DAYANILACAK GİBİ DEĞİL
23 Ekim 2019, Çarşamba 10:27Tarım sektörü tüm sektörler içerisinde en fazla ihmal ve hatta istismar edilen sektörlerin başında geliyor.
Bu durum yeni değil. 1980’den sonra devletin “yan gözle” bakmaya başladığı tarım sektörü, son yıllarda “ölüm” alametleri göstermeye başladı. Radikal/yapısal önlemler alınmadığı takdirde sektörün uzun süre ayakta kalması zor görünüyor. Bu konuda önlem alması ve alternatif arayışlar içerisinde olması gereken devletin gerekli refleksleri gösterdiği söylenemez. “Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler” gibi, talihsiz bir değerlendirme söz konusu. Halbuki sektör ağır hasta. Sektörün sağlıklı olabilmesi için başta devlet olmak üzere tüm paydaşların bir araya gelerek bilinen sorunları çözmeleri gerekiyor. Aksi takdirde üretici, üretimden uzaklaşacak ve ülke tarım ürünlerinde daha fazla ithalata mecbur kalacak.
Tarım sektörünü hasta yatağına götüren uygulamalara bir bakalım..
Tarım üretimi pahalandı. Üretimde girdiler artarken, ürün fiyatları buna orantılı şekilde artış göstermiyor. Üretim pahalı, ürün ucuz. Bir de devletin üreticiyi ithal ürünlerle terbiye etme zihniyeti var ki, bu durum anlaşılacak gibi değil. Türkiye’de hasat mevsimi öncesinde tarım ürünlerinde gümrük vergileri düşürülerek, ithalatın kapıları sonuna kadar açılıyor.
1980’den önce bir kilo buğday satan üretici, 3 litre mazot alabiliyordu. Bu söz bir ara ülkede çok ünlenmişti. Peki bugün.. Bugün 1 litre mazot alabilmek için 5 kilo buğday satmak gerekiyor.
Siyasi irade 10 yıl kadar önce üreticinin kullandığı mazotun yarısının devlet tarafından karşılanacağını açıklamıştı. Sonraki yıllarda da bu açıklama çeşitli vesilelerle ve özelikle de seçim dönemlerinde tekrarlandı. Lakin bir türlü hayata geçmedi. Özel uçak, özel helikopter ve özel deniz araçlarının kullandığı yakıt özel indirime tabi olurken, üreticinin böyle bir haktan mahrum edilmesi ister istemez insana manidar geliyor.
Mazot tarım sektöründe en büyük girdilerin başında gelir.
Yıl da 4-5 kere zamlanan mazot fiyatları üreticiyi yorar, üzer, borçlandırır ve “illallah” dedirtir. Bilmeyenler için söyleyelim.. Sulu tarım yapan bir üretici nadastan hasada kadar geçen zaman içerisinde çeşitli işler için, en az 9-10 kere aynı tarlaya traktörle girmek ve çalışmak mecburiyetinde. Tarım öyle bir kere tarlaya tohum atmakla biten bir iş değil.
Son bir kaç yılda bir de enerji fiyatlarında da yüksek oranlarda artış oldu.
Örnek verecek olursak.. Geçen yıl Temmuz ayı (2018) ile, 2019 Ekim ayları arasında üreticinin kullandığı elektirik fiyatlarına ortalama 3 zam yapıldı. Bu yılın bahar ve yaz aylarında elektiriğin saat fiyatı 100 liraya kadar çıktı. Daha da somutlaştıralım.. Ekili bir alanı bir saat sulamanın elektirik bedeli 100 lira.
Devam edelim.. Kimyevi gübre fiyatları da mazot ve elektirik fiyatlarından farklı değil. Mamul olarak ithal edilen kimyevi gübreler var. Hammaddesi ithal edilen gübreler var. Dövizdeki artışa endeskli gübre fiyatları da üretimin önündeki en büyük engellerden birisi..
Hepsi bu kadar mı?
Elbette değil. Tarım için gerekli ekipman, yedek parça, sulama tesisleri, sulama aparatları, işçi ücretleri, kırılan, dökülen, bozulan aletler, köyden şehire geliş/gidişler, hasat için biçer döver fiyatları anlayacağınız bunların hepsi başlı başına birer büyük maliyet ve masraf.
Şimdi ilk soru şu : Bu durumda üreticinin hayatta kalması mümkün mü? Diyelim ki kaldı, ne kadar kalabilir, ne kadar yaşayabilir?
Sektör ayakta kalabilmesi için her yola başvuruyor. Mesela üretici devamlı borçlandırılıyor. Kamu marifetiyle borçlanmaya teşvik ediliyor. Üreticiye artık kredi vermeyen özel ve kamu bankası kalmadı. Bankalar başta arazi olmak üzere üreticinin elinde ne varsa ipotek yapıyor. Muhtemelen bankaların envanterinde yüz binlerce dönüm arazi stokları meydana geldi. İşlerin böyle gitmesi halinde bir müddet sonra üreticinin büyük kısmı borcunu ödeyemez duruma düşecek ve bankalar elinde bulunan ipotekleri nakite çevirmenin yoluna gidecek. Bu uygulamlaların sonunda da araziler el değiştirecek. Dolayısıyla köylerde yeni düzen bir “ağalık” sistemi kurulacak ayrıca yabancılar gelip bankaların elinde verimli arazilerden bolca alacak. Dolayısıyla araziler el değiştirecek.
Üreticinin banka kredilerine bakışı olanca hızıyla sürüyor. Üretici bankadan aldığı krediye “Denize düşen yılana sarılır” anlayışında olduğu gibi, “bedava” para gözüyle bakıyor. Üreticinin ürettiği üründen kazancı her yıl düşerken, bankalar şişmanlamaya başlıyor ve çok para kazanıyor.
Bizim köylülere soruyorum.. “Aranızda bankadan kredi kullanmayan, banka kredisiyle köyde tarla, şehirde ev, otomobil almayan, kredi kartı kullanmayan komşu, akraba var mı?” diye. Son düzenleme ile 10’dan fazla muhtarlığı- köy-şimdi mahalle (Bir kaç yıl önce daha fazlaydı) 50-60 civarında da yaylası olan bizim oralarda herhangi bir banka ile işi olmayan üretici sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Yukarıdaki soru karşısında bir akrabam bana şöyle dedi :” Sen ne diyorsun ağbi. Oğlunu, kızını evlendirmek için bankadan ipotek karşılığında para alanlar var. Hatta hacca gitmek için bankadan kredi kullananlar bile var.”
Eyvah ki, hem de ne eyvah.
Bütün bu olumsuzlukların sebebi tarım sektörünün ihmal ve istismar edilmesi olmalı. Üretici geçmişe göre çok çalıştığı halde kazanamıyor ve borçlanıyorsa bunun sebepleri üzerinde daha fazla zaman kaybetmeden ve yeni zayiatlar olmadan durmak lazım..
Bakın tarım sektörünün önemli sacayaklarından olan hayvancılıkta da durum farkıl değil. Üretim olarak bir ara kötü durumdaydık. Başta yem fiyatları olmak üzere diğer girdiler çok yüksekti..
Et sıkıntımız vardı. Ama artık öyle değil. Bugün Et –Balık ve özel sektör elindeki et depoları tıka basa dolu. Küçük ve büyük baş hayvan üretimimiz son bir kaç yılda hızla arttı. Hayvan üreticileri içinden geçtiği zor dönemlerden sonra tam para kazanacağı zaman, devlet et ithalini hızlandırdı.
Tarım sektöründe yanlış uygulama ve değerlendirmelerin sonu bir türlü gelmiyor. Bu durum karşısında hasta yatağına düşen sektör ayağa nasıl kalkabilir?
‘Tarım ürünlerinde Türkiye’yi ithal ürünlere kilitmeye çalışan lobiler mi var acaba?’ diye, düşünmeden edemiyor insan. Devlete içerden ve dışardan böyle bir baskının olabileceğini hayal etmek bile insanı ürkütüyor.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.