Dil Devrimi İle Geldiğimiz Nokta! (2)
03 Kasım 2017, Cuma 06:40Târihî câmimizin hazinesinin bakım ve onarımı için, namazdan sonra cemaatten para toplanacaktır. Târihî câminin haziresinin tamiri için olacak doğrusu…
Kitaplarımızı açalım, bazılarında kalp yazar, bazılarında kalb. Ama “kalpinden ameliyat oldu diye yazmaz, kalbinden ameliyat oldu” yazar. Bazı kitaplar Mehmed, Muhammet, Mahmud, Ahmed gibi isimleri “T” harfi ile yazar bazıları “D” harfi ile yazar. Bir keşmekeştir devam edip gidiyor.
Bazıları can korkusundan, bazıları ikbal kaygısından, bazıları da nemelâzımcılıklarından dolayı dünyada bir emsali görülmeyen ve müstevlilerin işgal ettikleri ve sömürecekleri devletlerde bile uygulamadıkları bu metoda karşı çıkmamışlar, şak şaklamışlar ama kendileri bile duruma intibâk edememiş, zahirde devrimi kabullenmiş ama hakikatte kitaplarını Osmanlıca yazmışlar, notlarını Osmanlıca tutmuşlardır.(1)
Eski bakanlardan Hasan Celal Güzel'in, 1980’li yıllarda bile, Kenan Evren'le ilgili olarak anlattığı anısı bir gerçeği gözler önüne seriyor. İşte Güzel'in konuyla ilgili olarak yaptığı açıklama:
"Ben Millî Eğitim Bakanı iken Kenan Evren Cumhurbaşkanıydı. Bir gün bir aradayken baktım ki, Paşa Osmanlıca ile not alıyor. Dedim Paşam, " Hani devrim kanunları siz nasıl böyle eski Türkçe yazarsınız?" Kıpkırmızı oldu "Sayın Güzel bu benim kolayıma geliyor" dedi." (2)
Osmanlıca'nın önemli bir kültür dersi olmasında dolayı zorunlu olması gerektiğini savunan Hasan Celal Güzel, ancak körü körüne karşı çıkanları daha fazla huylandırmamak için, hem de ilk başlarda rahat bir organizasyon için başlangıçta seçmeli de olabilir, görüşünü savundu. Güzel, bu açıklamaları Kanal A televizyonunda Fâtih Şahin'in hazırlayıp sunduğu Çerçeve programında yapmıştır.
Son örnek Târihçilerin Kutbu diye ma’ruf günümüz târihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık; “Yazılarımı hep eski Türkçe (osmanlıca) yazarım, çünkü daha hızlı yazabiliyorum” demektedir.(3) Gerçekten bir Mehmed, bir Muhammed, bir Hasan, Hüseyin yazmak için Türkçede harfler arasında kesintiler olduğu için zordur zaman alır ama Osmanlıcada bunları yazmak hiç kesmeden, fasıla vermeden bir çırpıda mümkündür.
Gelinen noktada ne büyük hatalar yapılıyor, ne gülünç durumlara düşülüyor, ne alay konusu mevzular ortaya çıkıyor birkaç misal verelim:
Son zamanlarda sık sık duyduğumuz bir cümle: “Akil adamlar topluluğu” diye yazılıp söyleniyor. Bu cümleyi doğru yazıp, vurgularını yapa yapa doğru söylemezsek, ortaya çok gülünç bir gerçek çıkar. “Ekele” Arapça’da “yedi, yani bir şey yemek” mânâsını ifâde eder. “Akale” ise; “akıl etti, düşündü, düşünen insan” mânâsına. Şimdi: “Akil adamlar topluluğu” dersek; yiyici adamlar topluluğu mânâsına gelir. Fakat “Âkıl adamlar topluluğu” dersek; düşünen, tefekkür eden akıllı adamlar topluluğu mânâsını ifâde eder.
Osmanlıcadaki işaretlemelerin yersiz ve gereksiz olduğunu şiddetle savunan birisine muhatabı şöyle demiş: Peki, birisi ile ortak olsanız, ticâret yapsanız, sene sonunda “ortağımla karımızı bölüştük mü dersin, kârımızı bölüştük mü dersin?” deyince adam verecek bir cevap bulamamış.
Yine konumuzla ilgili güzel bir misali Dursun Gürlek’in “Karınca Huzura Varınca kitabından aynen iktibas ediyorum: Soyadı kanunun çıktığı ve herkese bir soyad verildiği günlerde “Şâir-i Azam Abdülhak Hâmid ile üdebadan ve şuaradan Ferîd Kam bir gün bir mescitle karşı karşıya gelir. Aralarında dertleşmeye başlarlar. Abdülhak Hâmid der ki: ‘Mîrim, âhir ömrümüzde başımıza bu da mı gelecekti? Kime rastlasam adımı yanlış telâffuz ediyor. “Hâmid” derken “a” harfini uzatmadıkları gibi, bir de sonuna “it” ekliyorlar. İsmimiz oluyor “Ham it”. Bunun üzerine Ferîd Kam şu cevabı veriyor:
Neyse ki ben bir parça şanslıyım, “Ferid” derken “it”i atıyorum, geriye yalnız “fer” kalıyor. Seninki tam bir facia. “İt”i çıkarınca geriye “Ham” kalıyor.”(4)
Merhum İzzet Molla’nın çok hoşuma giden bir beyti vardır:
Menfaat bahsinde birdir tavrı hep insanların
Aynı fıtrat gösterir dânâsı da, nâdânı da
Buradaki “dânâ” bilgin, âlim mânâsına, “nâdân” da câhil mânâsına. Şimdi bu “dânâ” daki çekme işaretlerini koymazsak “dana” olur ve ne mânâya geldiği herkesçe mâ’lumdur.
Dipnotlar:
1-Dursun Gürlek, “Kültür Dünyamızdan Manzaralar”, Kubbealtı Yay. İst. 2010, s. 112.
2-Haber7. Com 11. Aralık 2014.
3-Halil İnalcık, “Târihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı”, İş Bankası Yay. İst. 2013, s.131.
4-Dursun Gürlek, “Karınca Huzura Varınca”, Timaş Yay. İst. 2011, s. 207.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.