Dua ve Zikir, Allah’a Kulluğun İtirafı ve İspatıdır
06 Ağustos 2018, Pazartesi 07:26Dua ve zikir, kulun Yaratanına bir yakarışı, beşeri bir ihtiyacı ve kişinin Cenâb-ı Hakk’a iman ettiğini gösteren bir alâmeti olup, aczini ve ihtiyacını saygıyla Mevlâ’sına arz etmesi ve tazimle ondan yardım dilemesidir.
Dua; inanma, dayanma ve isteme ihtiyacı içerisinde bulunan insanı; rahmeti sınırsız, mutlak kudret sahibi olan Mevlâ’sına bağlayan, manevi bir bağ olup, bu sevgi ve rahmet kaynağına bağlanma isteğidir. Bu bakımdan dua ve zikirle yaşamak, huzur içinde yaşamanın önemli alâmetlerden birisidir.
Rabbi ile kulu arasında en güçlü bağ ve en değerli amel, dua ve ibadettir. Çünkü İnsan hayatının en değerli anı, Yüce Allah’a yönelip O’nun ile baş başa kaldığı zamandır. Allah ile baş başa kalmanın en güzel yolu dua ve zikir, Allah’a kulluğun itirafı ve ispatıdır.
İnsanoğlu yaratılış itibariyle hata yapabilmektedir. Bu hatalar bazen yaratanına karşı bazen insanlara karşı olmaktadır. Dua ve zikir sayesinde kişiye Allah'la birliktelik bilinci kazandıran ve Müminin zamanını manen diri yaşamasını sağlayan bir disiplin olup, yapılan bu hatalardan dönmek, dünya ve ahiret mutluluğu ise pişmanlık duymak, tövbe etmekle mümkündür.
Dua ve zikir, ibadetin ruhu ve özüdür. Manevi dertlerin devası, gönüllerin sefasıdır. Duasız ve ibadetsiz gönüller ise, huzursuzdur ve dinmez bir ızdırap içerisindedir. Çünkü insan, aciz bir varlık olduğu için istediği her şeyi elde edemez; her ihtiyacını kendisi karşılayamaz; başına gelecek her belâ ve musibete de karşı koyamaz.
Gerçek huzura, ancak ona dua edip rahmet kapısını çalmak onun izzet ve azameti karşısında secdeye kapanıp ibadet etmek ve O’nu anmakla kavuşulur. Cenâb-ı Hakk, Yüce kitabımızda ‘Bunlar, Allah’a iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikri ile sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.’(Ra’d, 28) buyurmaktadır.
Kendi durumunu düşünen her insan Yüce Yaratana mutlaka ihtiyaç duyar, O’nun Engin lütuf ve keremine sığınır, ondan başka sıkıntılara çare, dertlere deva, hastalıklara şifa ihsan edenin olmadığını bilir. Çekilen sıkıntıları ebedi mükâfat vesilesi bir imtihan olarak değerlendirir ve teselli bulur. O’na dua ve niyazda bulunur.
Çünkü o, hayatın ağır yükleri altında acze ve sıkıntıya düştüğünde, kendisine şah damarından daha yakın, onun en gizli sırlarını bilen ve her şeye gücü yeten yüce Allah’a güvenir. Bu ihtiyaç insanda fıtrîdir. Her vesile ile değişik şekillerde kendini gösterir.
Cenâb-ı Hakk Kutsal kitabımızın birçok ayetinde bizlerden işlediğimiz günahlarımız için tövbe etmemizi istemekte, yapılan hatalar için yapılan tövbelerin geçerli olduğu bildirilmekte, yapılan tövbelerin neticesinde Allah’ın ve insanların razı olacağı bir hayat sürdürüldüğü takdirde cennet müjdesi verilmektedir. Konumuzla ilgili ayetler ve bu ayetlerin anlamların şöyledir.
“Ey iman edenler! Allah’a samimiyetle tövbe edin!”(Tahrim, 66/8.)
“Hepiniz Allah’a tövbe edin, ey mü’minler! Belki böylece korktuğunuzdan kurtulur, umduğunuzu elde edebilirsiniz.”(Nur, 24/31.)
“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.”(Hud, 11/3.)
Dua; ıstırapların, maddi ve manevi dertlerin şifa menbaıdır. Dua, ümit ve huzur kaynağıdır; yaşama aşkını dirilten bir rahmettir. İbadet ve duadan uzak olan insanlar, daima bir arayış bir boşluk içinde olurlar ve vicdani bir huzursuzluk duyarlar. Öyleyse; gönüllere huzur, dertlere deva, dertlilere şifa veren Mevlâ’mıza her derdimiz için dua etmeli, ibadetlerimizi yerine getirmeli ve elimizdeki nimetlere şükretmeyi ihmal etmemeliyiz.
Çünkü insanın, bedenen yeme ve içmeye muhtaç olduğu gibi ruhen de dua etmeye, yalvarıp yakarmaya ihtiyacı vardır. İsteklerimizin gerçekleşmesi, sıkıntı ve dertlerimizin bitmesi için önce üzerimize düşeni yapmalıyız, sonra da kabul edileceğini ümit ederek dua etmeliyiz.
Duayı hayatımızın bir parçası haline getirmeli ve sürekli samimiyetle ihlâslı olarak Mevlâ’mıza içtenlikle yalvarmalıyız. Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.) mü’minlerin başına gelen sıkıntıların günahlara kefaret olduğunu bir hadisi şerifte şöyle ifade etmiştir:”Başına gelen hastalık, bitkinlik, hüzün ve diğer sıkıntılara karşılık yüce Allah, mü’minin günahlarının bir kısmını siler.”(Müslim. Birr,bab:III,1992,H.No:2573.)
Hz. Ebûbekir (r.a), Peygamberimiz(s.a.v.)’den kendisine bir duâ öğretmesini isteyince Peygamberimiz (s.a.v) ona şöyle duâ etmesini tavsiye etmiştir; "Allahım! ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Öyleyse tükenmez lutfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihayetsiz olan yalnız sensin" (Buhârî, Daavât:17 Müslim, Zikir:48)
Yüce Rabbimiz yapmış olduğumuz günahlarımızı, hatalarımızı, isyanlarımızı, kusurlarımızı affeylesin. İki cihan mutluluğunu elde etmeyi biz aciz kullarına nasip etsin. İbadetlerini tam anlamıyla yerine getirerek, güzel ahlâklı bir hayat sürmeyi ve imanla ölmeyi nasip etsin.
Gönülden Muhabbetlerimle…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.