Düğün Magandaları
28 Ağustos 2016, Pazar 12:05Cumhuriyet döneminin ilim ve irfan sahibi kişilerinden olup, iki bine yakın defter kitap ve dosya bırakan Prof. Dr. Süheyl Ünver rahmetli ihtisas için gittiği Amerikan halkını şöyle değerlendiriyor: “Yüzü gülen kimse görmedim. Hepsi de işine geç kalacağım korkusu içinde psikos geçiriyorlar. Amerikalıların üçte biri ruhen hastadır.O kadar işleri var ki zavallıların konuşmaya vakitleri yok.”(1) Evet ama bu çalışma ile, iki yüz senelik tarihleri bile olmayan bu insanlar bugün dünyanın süper gücü.
Aslen Konyalı olan Keçecizade Fuat Paşa sadrazam iken ABD’den bir bürokrat gelmiş, onunla İstanbul’u gezerlerken adam görmüş ki, her kahvenin önü ve içi dolu, boş boş oturan insanlar sadece tespih çekiyorlar, kahve içiyorlar misafir; “bu adamlar neye boş oturuyorlar” deyince Paşa; “yok onlar boş oturmuyor, biz savaşçı bir milletiz, böyle işleri olmadığı zamanlar tespih çekiyorlar ki, tetik çekmesini öğreniyorlar!..” demiş.
Ben Yaka’da oturuyorum. Mevcut düğün salonlarından, hatta mahalle aralarındaki düğünlerden, Cuma akşamından başlayıp, Cumartesi ve Pazar akşamları silah ve havai fişek seslerinden duramıyoruz. Televizyonları açtığımızda da Kato Dağı ve benzeri yerlerdeki operasyonların sesleri. Acaba bu düğünlerdeki müessif manzaralar ile halkımız, Fuat Paşa’nın dediği gibi, teröristlerle savaşa mı hazırlanıyor, gençler ve çocuklar silah seslerine mi alıştırılıyor da, böyle bizim bilmediğimiz bir faydası mı var da!.. bu etkili ve yetkili kişiler hiç mi hiç ses çıkarmıyorlar.
Atalarımız “bir musibet bin nasihatten yeğdir (etkilidir)” demişler. Ama biz öyle azgın bir millet olmuşuz ki, bir değil binlerce musibet fayda vermiyor. Her gün aşağı yukarı küçücük bir körpe, bir delikanlı veya yoldan geçen, bahçesinde, balkonunda oturan bir vatandaş, hatta düğünü olan gelin veya damat bu maganda kurşunları ile ölüyor, kanallar defalarca veriyor, gösteriyor, ama kimsenin umurunda olmuyor, ölenin öldüğü kalıyor.
Benim çocukluğumda, Osmanlı kültür bakıyyesinin cari olduğu köyümde, düğünlerde silah atılırdı ama bakın nasıl? İkindi sıralarında “haydin nişan atılacak” denir, köyün dışına çıkılır, insan ve hayvan olmayan bir yere nişan diye bir tahta, bir madeni levha, sini, tepsi, hatta bazen heyecan yükselsin diye birinin şapkası veya ayakkabısı dikilir, insanlar onlara atar, vuranlara bazen para, bazen tavuk hatta düğün sahibi zengin ise kuzu, oğlak gibi şeyler verilir, faydalı bir iş yapılırdı. Faydası neydi?
Gençler silah kullanmasını, nişan almasını, atış yapmanın değişmez kuralı olan “gez göz arpacık” tabirini öğrenir, insanlar silah sesine alışır, askere gittiğinde bir mermi sesi duyunca bayılıp düşmez, o köyde düğün olduğu belli olur, civar köylerden gelenlerle rekabet havası oluşur, günlerce konuşulacak bir mevzu bir muhabbet hasıl olurdu. Ya şimdi!
Şehrin göbeğinde, belinden tabancayı çıkardın, şarjörü iki saniyede boşalttın 40-50 lira bir anda havaya gitti heba oldu, bunun zevk neresinde ben anlayamıyorum. Birbirine iddia bu batıl ve bayağı tavrı onlarca insan yapınca milyarlar boşa gidiyor, aynı adamlara simit parası bulamayan bir talebeye 10 lira ver desen vermez. Batılıların “Doğu Kafası” dediği şey bu olsa gerek.
Dipnot:
1- Ahmet Güner Sayar, “A. Süheyl Ünver”, Ötüken Yay. İst. 2011, s.410.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.