Dünya Gıda Krizi’nin Arifesinde Türkiye’nin Zirai Karnesi
01 Aralık 2021, Çarşamba 09:05Cumhuriyetin ilk yılları. Nüfusun beşte dördü tarımda çalışıyor ancak çiftçi ailesi başına düşen tarım aracı sayısı yüzde birin altında. Ülke topraklarının ancak yüzde beşi ekiliyor. 50 dekardan az toprağı olan aile oranı % 73. 19 Mart 1923 tarihinde Mustafa Kemal’in “kooperatiflerin memleketimizde de teşekkülleri ve çoğalmaları milletimiz için başlı başına zafer-i iktisadi teşkil edecektir” sözü ile 1924 yılında Zirai Birlikler ve Zirai Kredi Kooperatifleri yasası çıkarılır. Ziraat Bankası sermayesi artırılır ve tarım kredileri artırılır. Modern tarımı özendirmek amacıyla örnek çiftlikler, Tarım İstasyonları ve Tarım Okulları kurulur.(Atatürk Orman Çiftliği kuruluşu 1926) Tarım makineleri gümrüksüz ithal edilir ve Ziraat Bankası kredileriyle çiftçilere satılır. Tarım makinelerinde kullanılan akaryakıttan vergi alınmaz. 1925 yılında Aşar (Tarım ürünlerinden alınan % 10 vergi) kaldırılır. 1929 yılında Toprak Reformu Yasası çıkarılır ancak toprak ağalarının etkisiyle topraksız köylünün toprak sahibi olması sağlanamaz. Aynı yıl Tarım Kredi Kooperatifleri kurulur. 1934 yılına kadar süren ekonomik bunalımda tarımsal ürün fiyatları düşer. 1932 yılında Buğday Koruma Kanunu çıkarılır, 1933’de Yüksek Ziraat Enstitüsü; 1938 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi , 1950 yılında Devlet Üretme Çiftlikleri kurulur.
1948 yılında Marshall Yardımları gündeme gelir. “Siz tarım ülkesi olun, küçük tarım aletleri dışında bir şey üretmeyin, biz verelim” dönemi başlar. Türkiye tarımını incelemek için ABD heyeti gelir, ABD’den 5000 traktör alınır; 22 Kasım 1948 tarihinde II. İktisat Kongresi toplanır, hükümetin devletçilik politikası eleştirilir ve özel girişimciliğin teşviki istenir. Süt tozu kullanımı; zeytinden , zeytinyağından vazgeçilip margarine geçiş dönemidir artık. Traktör sayısı 1953 yılında 42 bine ulaşır ancak bilgi ve deneyim yetersizliği, yedek parça temininde güçlüklerle kısa zamanda çoğu tarım aygıtı devre dışı kalır. Devlet Planlama Teşkilatının devrede olduğu yıllarda modern girdi kullanımı artar, yapay gübre, ilaç ve makinelerde destek uygulanır, destekleme kapsamındaki ürün sayısı artar. 1963 yılında Tohumlukların Tescili, kontrolü ve sertifikasyonu hakkındaki kanunla nitelikli tohum kullanımı yaygınlaşır. 1967 yılında Sonota 64 ve Bezastava buğdaylarının ülkeye sokulmasına karşı çıkılır. 1973 yılında yeniden Toprak reformu hedefe alınır , 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu yasalaşır. 1978 yılına değin toprak talebinde bulunan 78000 aileden sadece 1218’i toprağa kavuşabilir. Anayasa Mahkemesi Adalet Partisi’nin başvurusu sonucu pilot il Şanlıurfa’da başlayan uygulamayı iptal eder.
1970’lerin ikinci yarısında dünyada oluşan ekonomik buhranla petrol fiyatları ile birlikte dış girdilerin bedelleri de artar. Tarım girdilerindeki artış fiyatlara da yansır ve tarım olumsuz etkilenir. 24 Ocak 1980 iktisat politikasıyla desteklerin kaldırılması tarım ve hayvancılığı olumsuz etkiler. Artan fiyatlarla gübre ve tohumluk kullanımı azalır. Dağıtılan tohumların istenilen nitelikte olmaması da tarımımızı olumsuz etkiler. 1983 yılında Devlet Üretme Çiftliklerinin yerini Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü alır. 1984 yılında artık özel sektör de tohumluk ithal etme ve üretme hakkını sahip olur. Bu dönemde Süt Endüstrisi Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayi özelleştirilir, Tarım Satış Kooperatifleri kaderine terk edilir. Miras yoluyla bölünen tarım arazilerinin küçülmesi de tarımı olumsuz etkiler.
Tarih tekerrürden ibarettir. Gerçi” ders alınsa hiç tekerrür olur mu? “ da özlü bir sözdür. . Pandemi, küresel iklim değişikliği, ekonomik buhran, artan girdiler günümüzde gıda tedariğini zorlaştırıyor. Milli olmak, kendine yetmek gene gündemde ancak bir de tarımımızın ve hayvancılığımızın kronik sorunları var. Üretimimiz artıyor, verim artıyor. Örneğin ayçiçeği yağı ekim alanı ve üretim miktarında 75 ülke arasında ilk ondayız; son 10 yılda ayçiçeği ekim alanı % 28.7; üretim % 56.6 arttı; dünya incir üretiminin % 24’ünü gerçekleştiriyoruz. Son 20 yılda çeltik üretim alanı iki kat; üretim miktarı 2.5 kat arttı. Zeytinyağı ihracatında gene ön sıralardayız ancak dökme olarak ihraç etmemiz gelir kaybına neden oluyor. Makarna ihracatında ön sıralardayız ancak ithal ettiğimiz makarnalar raflarda üretimimiz makarnanın neredeyse on katına satılıyor. Dünya fındık ihracatının % 72’sini ülkem yapıyor ancak dünya fındık fiyatını biz belirleyemiyoruz. Sadece Konya, Avrupa Birliği ülkelerine günlük tonlarca litre süt ihraç ediyor ancak ithal ettiğimiz peynirlere ödediğimiz bedel çok daha fazla. Markalaşamamanın bedeli bunlar. Gimat’taki bir kuruyemiş toptancısı” yerli kuruyemiş ürünlerini dükkanıma sokmam, yaşasın ithal “demişti. O zaman iş biz tüketicilere düşüyor, tercih etmeyeceğiz ithal ürünleri.
Devlet olarak aslında destek veriliyor üreticilerimize. Tarım Bakanlığı’nda çalışan bir dost bir eksiği dile getirmişti “çiftçi beyan ediyor neyi ne kadar ektiğini ve desteklemeyi alıyor ancak sahada kontrol edilmiyor bu beyan” diye. Ekmeden “ektik” beyanıyla destek alıyorlarsa bu da görevlilerin ihmali. Çiftçilerin dertleri yıllardır aynı. Sertifikalı tohumluk girdilerinin fiyatlarının yüksekliği de yem ve gübre fiyatları da sıkıntı. Süt üreticisi 1 kg süt satarak 1 kg yem alamadığından şikayetçi. Son bir yılda üre gübresi fiyatı % 123, DAP gübresi fiyatı % 158, Tarımsal ilaç fiyatı % 75 artış göstermiş.. Verilen ürün desteğinin de küçük ve büyükbaş hayvan sayısı başına verilen devlet desteğinin de artmasının şart olduğu vurgulanıyor. Gereksinime yetmediği için ithal edilen ürün yerine kendi çiftçimize destek verilmesi elbette daha akılcı.
Kuraklık topyekun mücadele gerektiren milli mesele. Anız yakan geleceği yakıyor ancak yasak olmasına karşın önlenemiyor. Tarsim primleri yüksek bulunuyor. Üzerinde üretim yapılmayan bir karış toprak kalmamalı. Nadas yerine alternatif ürün yetiştirilmeli. Tarımda kullanılan mazota pozitif ayrımcılık hep talep listesinde. Gübredeki % 87; pestisiddeki % 85, karma yem setindeki % 45 dışa bağımlılık çitçinin belini büküyor. Erozyonla yılda 1.4 milyar ton toprak yani Kıbrıs kadar toprak kaybediliyor. Verimli toprakların amaç dışı kullanımı (konut, yazlık, sanayi, hobi bahçesi vb) ciddi potansiyel kaybına neden oluyor. Yabancılar özellikle verimli topraklarımızı satın almaya devam ediyor. Aile şirketlerinin desteklenmemesi tarımdan vazgeçmelerine neden oluyor. Modern sulama sistemlerinin kurulmasında devlet sponsorluğu talep ediliyor. Topraklarımızın gerekli destek verilmesi halinde 90 milyonluk ülkemizi, 60 milyon turisti besleyebileceğimizde ; 40 milyar dolar ihracat geliri ve 200 milyar dolarlık üretim desteği sağlanabileceğinde herkes hemfikir. Ya destekler ve yeni sistemlerle bunu sağlayacağız ya da maalesef ulusal güvenlik sorunu olduğunu bugün daha da iyi anladığımız gıda krizine yenik düşeceğiz. Üretmezsek Türkiye aç kalır, unutmayın. Ziraat Fakültelerimiz ve Kalkınma Ajansları da artık ülke tarımında devrede olmalılar. Saygıyla.
*Yazımın bir bölümünde YKY Cumhuriyet Ansiklopedisi’nden tanıtım amaçlı yararlandım
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.