Dünya Hayatında Allah’ın Azabından Kurtulmanın Yolu
03 Aralık 2020, Perşembe 09:01Müslüman olarak bu hayatta temel amacımız, Allah’ın rızasını kazanmak böylece dünya imtihanımızda başarılı olmak, dünya ve ahirette Allah’ın azabından kurtulmak, cennet ve cemalullah ile müşerref olmaktır.
İçinde yaşadığımız bu dünyada da Allah’ın azabından korunmak, bizi ağır sınavlardan, kaldıramayacağımız bir takım musibetlerden, örnek olarak depremlerden, sellerden, bulaşıcı ve salgın hastalıklardan ve bütün ağrı ve acı veren ölümcül hastalıklardan, kıtlıklardan, kuraklık ve susuzluk gibi felaketlerden, fakirlikten, borç yükü altında ezilmekten, yangınlardan, düşman işgallerinden ve zulüm görmekten muaf tutmasını Allah’tan istemek çok önemlidir. Nitekim Bakara Suresi’nin son ayetinde Yüce Rabbimiz bu hayatta kendisine nasıl dua etmemiz gerektiğini şöyle buyurur:
“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): "Ey Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara, 2/286).
Peygamber Efendimiz (sav) de on yıl boyunca kendisine hizmet etmek suretiyle kendisini yakından tanımış ve kendi terbiyesinde yetişmiş bir genç olan Enes b. Mâlik (r.a.)’ın naklettiğine göre Allah Resulü’nün en çok yaptığı ve tavsiye ettiği dua “Allahümme âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhireti haseneten ve gınâ azâbe’n-nâr. Allah'ım[D1], bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!)" (Buhari, Daavat 55; Müslim, Zikir 26) duasıdır. Bu dua Yüce Rabbimiz’in Kur’an-ı Kerim’de yapmamızı teşvik ettiği duadır:
“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” derler.” (Bakara, 2/201).
Bu duaya devam edenlere şu müjde de verilmiştir: “İşte kazandıklarından bir payı olanlar bunlardır. Allah hesabı çabuk görür!” (Bakara, 2/202).
Allah’tan doğru dilekte bulunanlar ve dolayısıyla O’nun rızâsına liyakat kazananlar, hem bu dünyanın iyiliklerini hem de öteki dünyanın iyiliklerini isterler; inanan insan için en çok korkulan şeylerden biri olan cehennem azabından korkarlar. Dünyada yaptıkları iyiliklerin karşılığını âhirette görecek olanlar bunlardır.
Zemahşerî 201. âyetin metnindeki hasene kelimesini, “iyi kulların Allah’tan diledikleri sağlık, geçim rahatlığı, iyi işlerde başarı gibi dünyevî yararlar ile âhiret sevabı” şeklinde özetlemiştir (I, 125). Bunlara erdemli eş, hayırlı evlât, güzel amel, ilim, ibadet gibi başka anlamlar da eklenmiştir.
Fâtiha sûresinin yanında bu âyet de bütün müslümanların namazda ve namaz dışında, her vesileyle okudukları dualar içinde veya sonunda tekrar etmeyi âdet haline getirdikleri, bütün duaların ihmal edilemez bölümüdür.(Komisyon, Kur'an Yolu Tefsiri c.1 s. 319).
Hz. Ali’nin (r.a.) dediği gibi dünyada Allah Teâlâ’nın azâbından kurtulmanın iki yolu bulunmaktadır. Bu yollardan biri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in varlığıdır.
Ne yazık ki onun vefâtıyla bu fırsat elden kaçmıştır. Geriye sıkı sıkı tutunulması gereken tek yol kalmıştır. O da istiğfârdır. Şu âyet-i kerîme bu gerçeği dile getirmektedir:
“Sen onların içlerinde bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmayacaktır. Onlar bağışlanmalarını dilerken, Allah kendilerine azab etmez” (Enfâl, 8/33).
Allah Teâlâ’nın kullarına olan merhametini bütün genişliğiyle ortaya koyan bu âyet-i kerîme ne ümid verici, değil mi?!
Kullarına karşı böylesine şefkatli bir Rabbi olan insan, nasıl ümitsizliğe kapılabilir? Bu âyet-i kerîmede, Allah’dan bizi bağışlamasını dilediğimiz sürece azaba uğramayacağımız va’dedilmektedir. Elimizde böylesine sağlam bir garanti varken niçin ümitsiz olalım ve niçin istiğfâr etmeyelim?
Kâinâtın Rabbi bu âyette kullarına bir müjde vermekte ve iki şartın bulunması halinde onlara azâb etmeyeceğini vaad buyurmaktadır. Bunlardan biri, aralarında Resûlullah’ın bulunması, yani hayatta olmasıdır. Zira Allah'ın Resûlü, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir. Rahmetin olduğu yerde azâb olmaz. Bu sebeple Cenâb-ı Mevlâ, aralarında rahmet peygamberinin bulunduğu kimselerin, yani ashâb-ı kirâmın üzerine azâb göndermeyeceğini müjdelemektedir.
İkinci şart ise kulların Allah’a tövbe ve istiğfâr etmesidir. Resûlullah (sav) müslümanların arasından ayrılmış olsa bile onlar Allah’a el açıp günahlarına tövbe ettikleri, yani o günahı bir daha yapmayacaklarına dair Allah’a söz verdikleri sürece hepsini birden kuşatacak bir belâ ile yüz yüze gelmeyeceklerdir.
Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak, günahkârların çoğalması sebebiyle bazı toplumlar ilâhî cezayı hak etmiş olabilir. Ama onların arasında tövbe ve istiğfâr eden iyi kullar bulunduğu müddetçe, onların yüzü suyu hürmetine, diğer bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk’ın aralarındaki iyilere verdiği değer sebebiyle o toplum yok olup gitmeyecektir. Eğer aralarında tövbekârlar çoğalırsa hepsi bağışlanacak, değilse cezaları bir müddet tehir edilecektir. (Komisyon, Riyazü’s-Salihin Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, c. 7, s.726-727).
O halde dünya çapında salgın hastalığın olumsuz etkilerinin yoğun olarak görüldüğü, kuraklık, deprem ve seller gibi maddi sıkıntılarla yüz yüze geldiğimiz bu günlerde tövbe ve istiğfarımızı çok artıralım. Yüce Rabbimizin bize dünya ve ahirette azap etmemesi ve üzerimizdeki kara bulutları kaldırması için çok dua edelim. Namazlarımızı vaktinde kılmaya, zekat, sadaka ve yardımlarımızla zor günler yaşayan mazlum, mağdur ve muhtaç kardeşlerimizle yoğun dayanışma, birlik ve beraberlikle hareket etmeye özen gösterelim. Kul hakkı ihlallerinden sakınalım. Allah yar ve yardımcımız olsun.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.