EFENDİLİK
15 Ekim 2016, Cumartesi 09:38Sâd hezâr terbiye etsen bed asîl olmaz edîb
“Hüsnü ahlak sahibi olmak Allah vergisidir. Asaleti olmayan, mayası bozuk olan kişiyi yüz bin defa terbiye etsen edepli yapamazsın.”
Eskiden Osmanlı milletinde tasavvuf terbiyesi varmış. 30 Kasın 1926 da Tekke ve Türbeler kapatıldığında İstanbul’un nüfusu 600 bin kişi ama kayıtlı 350 küsur dergâh varmış. Bu terbiyenin kalıntılarının, kırıntılarının son demleri olan 1960’lı yıllarda bile, okuma yazma bilen nadir idi, ama atadan miras öyle bir anlayış, öyle bir kültür vardı ki, hayret etmemek mümkün değil. Şâir bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
Sorma aslın her kişinin izzetinden bellidir
Sohbet-i irfan görenler, hizmetinden bellidir
Şimdi elhamdülillah herkes okuma yazma biliyor, her imkân var, ama o zihniyet bitmiş olacak ki, bugün memleketimizde olan menfilikler, dünyanın hiçbir yerinde olmamaktadır. Şeytan cennette meleklerin hocası idi, ama irfanı kısa olunca Hz. Âdemin sadece toprak yönünü gördü ve “ben ondan üstünüm” deyip Rabbinin emrine karşı geldi. “İrfansız ilim, cehaleti kaldırır ama eşeklik bakı kalır” diye de atasözümüz vardır. Necip Fazıl konuya şöyle parmak basar:
Kişide olmayınca hayâ ile edep
Okusa, âlim olsa, yine merkep yine merkep
Sultan ll. Mahmut’un başkatibi ve merhametsiz bir zat olan Halet Efendi, Mora’lı Osman efendi isimli hüsnü ahlak sahibi birisi ile takışır. Osman efendinin her şeyini, mevkiini, makamını, malını…aldırır ama yanına geldi mi aşırı hürmet gösterirmiş. Soranlara; “adamın her şeyini aldım da bir Osman Efendilik vasfını (nezaket ve kibarlığını) alamadım, onun için hürmet gösteririm” dermiş.([1])
Yassıada Mahkemeleri devam ederken, Menderes rahmetli her söz alışta, mahkeme başkanı Salim Başol’a “reis beyefendi” üyelere hitap edecekse yine isimlerini takiben “beyefendi” sıfatını ekleyince canları sıkılmış, yağcılık yapıyor zannetmişler ve Başol Menderes’i azarlayarak; “nedir bu? Her defasında beyefendi, beyefendi, gerek yok…” deyince, rahmetli; “reis beyefendi ben odacıma da aynı nezaketle hitap ederdim” demiş.
Rahmetli ve çok meşhur olan bir şarkıcımız üzerinden anlatırlar: Erzurum’da bir kahvehaneye varmış garsona; “beyefendi zahmet edip lütfen bana bir çay getirebilir misiniz?” deyince, garson duralamış ve “paran mı yok gardaş?” demiş, “hayır param falan var” deyince “ulan o zaman ne yalvarıyorsun” diye bağırmış. Demek ki bazıları efendiliği de anlayamıyor.
Vaktiyle bir vezirin oğlu bir roman vatandaşın kızına gönül düşürmüş, ne dedilerse kâr etmemiş, vezir çadıra gelip babasından kızı istemiş ama vermemişler. Geri dönüp çok üzülünce duruma muttali olan bir kumandan;“efendim müsaade edin ben gideyim kızı bitirip (söz kesip) geleyim, siz onların dilinden anlamazsınız” demiş ve kız babasına gelip; “Bre edepsiz, bire ahlaksız, koskoca devletin veziri tenezzül edip kızını istiyor, sen vermiyorsun öylemi? Sen Allahtan belanı mı istiyorsun, tiz komşularını çağır, yanlarında sözü keselim…” deyince kız babası; “Ha şöyle ya hu, kız işte böyle istenir. Ötekiler neydi, o anlamadığımız sözler, kelimeler, kibarlıklar…” demiş ve kızı vermiş. Peygamberimiz boşuna dememiş: “İnsanlara akılları (statüleri) mucibince hitap edin” diye.
Dipnot:
[1]- Ö. Faruk Yılmaz, “Osmanlı Fıkraları”, Osmanlı yay. ist. 2000, s. 78.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.