EĞİTİM MESELELERİ
14 Eylül 2018, Cuma 08:37Yıllardır kangren haline gelmiş ve hemen her hükümetin/ iktidarın kendi zaviyesinden baktığı bizce hiçbir zaman değerlerimize uymayan batı endeksli ve insanları doyumdan uzak tutan kişiye kendini anlamaktan uzak tutan bir laik güdümlü şerbetli,ve sürekli çek-sündür-siyasi atraksiyonların hedefi halen bir eğitim politikası ile karşı karşıya bırakıldık bugüne kadar.
27 Aralık 1947 yılında Amerikan himayesini kabullenme anlamına gelen ve tamamen teslim olduğumuz Fulbright anlaşması ile artık Milli Eğitimde İnisiyatif Amerikalıların eline geçmişti.Bu hususta tarihi gerçekler ve komplo teori adlı sitede aynen şu ifadelere yer verilmektedir.Tamamen katıldığım bu düşünce analizini bunun için sizlerle paylaşmaya uygun gördüm:
“27 Aralık 1947 yılında Amerika ve Türkiye arasında imzalanan Fulbright Anlaşması ile Türk eğitim sistemi Bir nevi Amerikan sömürgesine girmiş olup, o tarihten bu yana eğitim müfredatını, Tüm okullarda bu komisyon belirlemektedir.
Amerika ve Türkiye arasında imzalanan, Türkiye'nin eğitim sisteminin yükseltilmesi ve Amerikan kültürünün yaygınlaşması hedefiyle yapılan anlaşmanın aslında Türkiye'nin eğitim sistemine Yani bir nevi kalbine Amerikan yayılımcılığı ve sömürgeciliğinin yerleştirilmesidir.
Fulbright Anlaşmasının meşhur beşinci maddesi her şeyi özetlemektedir. "Bu komisyon 4 Türk ve 4 Amerikan yetkiliden oluşacak. 8 kişilik komisyonun başkanı Amerikan Büyükelçisi olacak ve Oyların eşitliği durumunda kesin nihai kararını Başkan verecektir"
Yani işin özü Amerikan başkanlığındaki heyetin tüm eğitim sistemini yönetecek olmasıdır. Eğitim sistemimizi ve akabinde ülkenin temelini Amerika'ya teslim eden Fulbright Anlaşması ile geçmişten günümüze tüm sistemimizi Amerika belirlenmiştir ve bu nedenle Bugün bile Amerika'da eğitim almayan neredeyse hiç bir bürokrat üst kademelere gelmemektedir. Amerikan politikalarının ülkemiz için rahat sızmasını sağlayan Fulbright anlaşması Lozan'dan sonra ülkemizi yarı sömürge konumuna getirmiştir diyebiliriz.
Atatürk'ün kurduğu Türk Tarih Kurumu ve Atatürk'ün Türk tarihine verdiği önem Fulbright Anlaşması ile birlikte yeni dönem eğitim müfredatında etkisi kırılmıştır. Türklerin Miladı Malazgirt Savaşı'na indirgenmiş ve bu tarihten önceki eski Türk uygarlıklarının anlatılması kaldırılmıştır. Kut'ül Amare gibi büyük zaferler unutturulmaya çalışılmıştır. Tarih ve eğitim sistemimiz oldukça zayıf bir hale bürünmüştür ya da bir indirilmiştir.
Amerika gibi şu an Dünya üzerinde kötü bir eğitim sistemine sahip bir ülkenin kendi ülkemizde ki eğitim sistemine ne kadar katkı sağlayacağı merak konusu olup bu anlaşmayı imzalayanlar ve mantıkta imzaladığı oldukça düşündürücü.
Fulbright işi Amerikalı John Fulbright isimli Senatör tarafından oluşturulmuş bir projedir. Bu proje temelinde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'nın yardım ettiği ülkelerde, eğitim sistemine yardımcı olmak ve bu ülkelerde okuyan öğrencilerin Amerika'da burs almasını sağlamak gibi bir misyon yüklenmiştir. Dış Pencereden bakılınca oldukça masum görünen bu komisyon, Aslında ülkelerin eğitim sistemine dinamit döşemek ten başka bir işe yaramaktadır.
Anlaşma metnini imzalayan İsmet İnönü 1963 de şunu itiraflarda bulunmuştur.
"Lozan'da Mesele Toprak ya da tazminat değildi. Uzmanlarını yerleştirmek istiyorlardı. Dış politikada bağımsız olmaya çalışıyoruz peki nasıl yapacağım. Ben bunu karar verdiğimde İşin uzmanlarına havale edeceğim onlar da ayrıntılı rapor hazırlayacaktır. Peki bunu nasıl yapacaklar hepsini çevresinde yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi ortada bırakıyorlar. O da olmazsa tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu daha bana gelmeden Washington'un haberi oluyor. İşin sonucunu memurların önce elçilerden öğreniyorum"
Amerika Fulbright Anlaşması o kadar önem vermiştir ki komisyonun çalışmalarının ücreti Amerikan bütçesinden ödenecek, Türkiye'nin bu hizmet karşılığında ödeyeceği Amerika'ya olan borçlarından düşülecektir. Yani Amerika hem eğitim sistemimizi kendisi Dizayn edecek hem ülkemizin temeline dinamit koyacak hem de bunun karşılığında ücret ödüyoruz. Böyle bir saçma ve işe yaramayan anlaşma yapılmış, bu yüzden Türk eğitim sistemi Amerika'nın tekeline bırakılmıştır. “
Yine yeniakit gazetesinin eğitim kültür sayfasında milli eğitimimiz üzerine yapılan bir analizde ise;şöyle tespitlerde bulunulmuştur.
Üstad Necip Fazıl, “Maarif Vekâleti” başlıklı, adeta bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı’nın da fotoğrafını içerisine alan yazısında şunları söyler: “Maarif Vekâleti, Türkiye Cumhuriyetinin her çevreye korkuluklarını diktiği günden beri, kargaların üşüşmekten asla çekinmediği biricik korkuluktur. Sanki bu hedef, kabadayılık zevkini tatmin etmek isteyenlere serbest bırakılmış tek cephe… Süvarilerin, üstünde kılıç talimi yaptığı samandan insanlar gibi bir şey!... Vur, kes; vur, kes; ne o ses çıkarır, ne de hükümet!”.
Üstad’ın bu tespitinden yola çıkarak söyleyelim ki; 14 yıllık tek parti iktidarıyla “siyasî istikrar”ı sağlayan ancak kültür, eğitim ve şehircilik’te bırakın istikrarı, mevcudu bile “istihlâk” eden, nesillere istikamet tayin edici hiçbir fikrî yön gösteremeyen Milli Eğitim Bakanlığı bu 14 yılda her biri farklı meslek ve meşreplere mensup ve ortalama 3 yıla tekabül eden 5 bakan değiştirmiş, eğitimde bakan istikrarını bile sağlayamamıştır. Eğitim Sistemimiz, Tanzimatla yola çıktığı okyanusta Cumhuriyetle birlikte keskin bir rota değişikliği yapmış ve 93 yılda nesilleri köksüzlük,kimliksizlik ve şahsiyetsizlik çukuruna sürüklemiş, mahkûm etmiştir.
Bu amaçla oluşturulan Köy Enstitüleri öncelikli ve önemli bir fonksiyon icra etmiştir. Özellikle CHP iktidarının Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in 1940’da rejim militanı öğretmen yetiştirmek ve köylerden başlayarak nesilleri ifsat etmek üzere ihdas edip programladığı Köy Enstitüleri, faaliyette olduğu 1954 yılına kadar, yani 14 yıl boyunca öyle bir misyon icra etmiştir ki, bugün bile izleri hâlâ yok olmamıştır. Birkaç nesil “eğitim” adı altında kök kurutucu bir misyonla imha edilmiştir. Öyle ki, o yıllarda bir Lise Müdürünün Üstad Necip Fazıl’a söylediği “Maarifimizin başına Kruşçef getirilseydi bundan daha fazla karıştırıp bozamazdı!” sözü, bu misyonun özetiydi.
O Köy Enstitüleri ki, Üstad’ın “Bir devrin veba veya kolerası gibi gelip geçmiş, fakat ruhlardaki ukdesini olduğu gibi muhafaza etmiş olan bu facia” diyerek haklarında hükmünü vermiştir.
Esefle görüyoruz ki, bugünün Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmî internet sayfasında bu kök kurutucu Köy Enstitülerine methiye düzülmektedir:
“Nitekim daha başlangıç noktasında kalan bu eğitim modelinin başarısı, 1946'ya kadar köylerdeki öğretmen açığını kapatan 16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiş olmasıdır. Mezunlar arasında Mehmet Başaran (doğ. 1926), Talip Apaydın (doğ. 1926), Fakir Baykurt (doğ. 1929) ve Mahmut Makal (doğ. 1933) gibi yazarlar da bulunmaktadır. Şiir, hikâye ve romanlarında köy sorunlarını işleyen bu yazarlar, sosyal, kültürel ve siyasal etkinlikler de göstererek köy insanının dünyası için bilinç yaratmışlardır. "Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitimin etkisiyle, okula ve sınıflara giremeyen eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur. Bunların somut birer örneğini vermiştir. Buralarda binlerce öğretmen adayı, bunları bizzat yaşayarak öğrenmişler ve gittikleri okullara da bunları taşımışlardır." Yücel'in başarısı, bu projeyi Büyük Millet Meclisi'ndeki şiddetli eleştirilere karşın gerçekleştirmiş olmasıdır.
( http://www.meb.gov.tr/meb/hasanali/egitimekatkilari/koy_enstitu.htm)
Şimdi bugüne kadar hep siyasi cepheden bakılan ve değerlerimize uygun milli bir akredite oluşturulamayan eğitim politikamızda en kısa ifadeyle Akparti İktidarına büyük iş düşmektedir.Öyleki kalkınma ve ya bir ülkenin batışında en etken eğitim ise hayatiyet arz eden bu konunun yeniden ele alınması ve süreklilik ve canlılık kazandırılması gerekir.Beslenme damarlarını kurutmadan köklerimizden kopmadan şimdiki gelişmelerle yoğrulacak geleceği muhakeme edebilen sorumluluk sahibi nesillerin yetişmesi hatta beşikten mezara kadarıyla yüreklere kazınması ebeynlere de bunun aşılanması çabamıza ancak cevap verebilecektir.Değilse teknik donanımlar ne olursa olsun “ruhtan” yoksunsa bir çalışma tüm emekler hepsi fasa fiso olmaya mahkumdur.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.