Ellere edilir veda
15 Ekim 2022, Cumartesi 00:45Onca yılın hatırına beni bir gün aramaya çıkacağını umuyorum. Fakat ne yazık ki bıraktığın yerde olmaya söz veremeyeceğim. Vedalarda hiçbir zaman iyi olmadığımın farkında olduğunu biliyorum. Bizzat ben söylemiştim sana. "El"lere edilir veda.
Gelişlerin tatlı bir anı, kalışların son bulduğu ana aittir vedalar. Hiç gelinmemişse hiçbir zaman gidilemez. Böyle düşündüğümü biliyordun. Fakat tüm bunlara rağmen tek istediğim bir veda değil, sadece bir uyarıydı öncesinde senden. Kopuşa dair… Yıkılmadan yakılışa dair…
Evet biliyorum, dönmemeye yemin etmiştim oysaki iliklerime kadar ıslandığım o gece. Asfalt, bisiklet tekerleri, kaldırım taşları, omuzların, ince telli saçların… Hepsi ıslaktı. Sadece sarı farları görünüyordu arabaların. Ben de o far hizasındaydım sanki, delip geçiyordu ışık retinamı. Apaydınlık bir zifiri karanlık... Olabiliyormuş demek ki. İnsan ışıktan da kör olabiliyormuş. Her karanlık siyah değilmiş demek ki. Ve biz zavallı insanlara verilmiş bir armağanmış, karanlığımızın rengini seçebilme şansı. Benimki de sarıymış, o gün anlamıştım. Çok büyüktü her şey, büyük ve ıslak. Pembe LED lambasının şu ana kadar yan yana çalışarak ezberlediğimiz tüm normları yıktığı restoranın önünden geçerken ne kadar da küçük hissediyordum kendimi. “Evden” hiç olmadığım kadar uzakta... Vücudumdan beyaz banyo fayanslarına akan sıcak su çok uzaktaydı. Düşündükçe sanki buhar yüzümü uyuşturuyordu. Bir gram bile özlem duymuyordum oysaki. Ne beyaza ne fayanslara ne sıcak suya ne de hepsinin çatısı altında toplandığı iki harflik kelimeye: "Ev"e.
“Belki de hiç var olmamıştır öyle bir yer.” Böyle demiştin bana. İlk kez o zaman yüzünde görmüştüm o ifadeyi. Anlamalıydım belki de o zaman. Çok uzun süre sonra ilk kez gözlerine ulaşan gülüşün, sana ait olmayan mor dudaklarda hayat bulmuştu. Geceye uygundu uygun olmasına fakat sana değildi. Uzaktı... Benim eve uzak olduğumdan da uzaktı. Sarı karanlık ve gözlerinde tüm ölçülebilirliğini kaybeden mesafe kavramı… Bunlar geçiyordu aklımdan gözlerime kenetlediğin dimdik bakışların canımı yakmaya başladığında.
Yaşarken hiçbir iz bırakmadığını düşündüğün monotonlaşmış anlar, kasetlere deneme amacıyla çekilip unutulmuş kayıtlardır aslında. Sonrasında üzerine özenerek çektiğin her kayıttan daha kalıcıdırlar. Kasetin üzerine mavi tükenmez kalemle dikkatle yazılmış o başlıkla alakaları olmasa bile hep oradadırlar. Hatırlamadığın şeyi silemezsin. Hatırlamadığını sandığın, varlığından haberdar bile olmadığın o video hep sessizce oynar arkada. Ta ki bir gün tesadüfen denk gelene, üzerinden takılıp düşene kadar. Bir kalem alıp başlığın üzerini karalamak gerekir belki de sonra. Bir anda asıl yanlış olan, sonrasında atılan başlık oluverir işte o zaman, deneme amacıyla çekilen o ilk kaydın aksine. Bu “evdeki" duş sahnesi de böyleydi benim için. Binlerce kez önemi fark edilmeden tekrarlanmış, tekrarlandıkça monotonlaşmış bir eylem, ilk eylem. Yüzlerce güzel anı biriktirdiğim dört duvar nelere şahit olmuştu halbuki. Ama işte, ne gariptir ki ev kavramını düşündüğüm zaman ilk karşılaştığım görüntü bu oluyordu. Belki de ben de ev yazısını silip, “Islak Banyo Fayansları” yazmalıydım kasetin üzerine. Daha basit olurdu her şey. Fakat görüşüm buhardan bulanıklaşmaya başladığı halde suyun sıcaklığını hissetmiyordum artık. O anda dönüp cevap vermiştim sana: “Anlık bir düş görmüşüm bir gece de öyle tatlı bir iz kalmış gibi belleğimde. Hepsi bu. Orası için öyle hissediyorum. Evim için öyle hissediyorum.”
Hepsi çok uzakta şimdi. Direklere bağlanmış ıslak bisikletler kim bilir hangi garajda şimdi, hangi asfalta değiyor acaba tekerleri geceyi tüm vicdansızlığıyla ile sarartan arabanın? Bomboş şimdi sokaklar geceleri. Ve ben hiçbir şey hissetmiyorum. Bırakıp gidecek hiçbir şey kalmamış da birileri bana bırakırken zorlandın mı, diye soruyormuş gibi. "Nasılsın?" sorusuna cevabımın sessizlik olması korkutuyor beni. İyiyim, diyemiyorum. İyi olmadığım için değil oysaki. Korkutucu olan da bu... Böyle hissettiriyor belki de süzülmek, boşluk her şeyi tanımlamak için kullanılabilecek en doğru kelime iken. Şimdi karşımda sen diye hitap edeceğim biri yok. Senleştirmek için benleşmek gerekir önce. Oysa kendimi seni kaybettiğimden çok önce kaybetmişim. Deniz kabuklarından duyuyorum ruhumun son kalan sessiz nefes alışverişlerini. Hangi deniz bilemiyorum oysa. Öğrensem de cesaret edebilir miydim bilmiyorum ıslanmaya tekrardan, bir zamanalar yüzdüğümüz tuzlu sularda. Senle yürüdüğüm asfalttan sıçrayan yağmur paçalarımda iz bıraktıktan sonra...
Dönmemeye yemin etmiştik, biliyorum. Fakat dönmek bir zamanlar ait olunan bir yere yapılan bir yolculuksa ve aslında hiç böyle bir yer var olmamışsa gitmek değil midir sadece o eylem? Ben gittim, götürüldüm sevgili dostum. Ve kesinlikle benimle gelmediğin için seni suçlamıyorum. Sadece her nerede isen dikkat et kendine. Deniz kabukları topla benim için. Ve bir gün beni aramaya çıktığın zaman bakacağın yeri onlar söylesin sana. Ve bırak fayanslar kuru kalsın, ben yeni baştan doğuyorum.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.