Endülüs Döneminde İlim Âlim (3)
20 Temmuz 2020, Pazartesi 09:32Ortaçağda Avrupalılar cehâlet ve sefâlet içinde kıvranırken, İslâm güneşi ve medeniyeti; Ortadoğu’da doğmuş, Batıya doğru hareket edip Endülüs kanalıyla Avrupa’yı aydınlatmaya başlamıştır. Nitekim Sigrid Hunke isimli objektif Hristiyan bilim adamı, yazdığı esere “Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi” ismini vermiştir.(1) Kadim (Târihî, eski) Helen kültürünün Avrupa’ya aktarılmasında Müslümanların eserleri başrol oynamıştır. Çünkü Ortaçağda Yunan filozoflarının orijinal eserleri kaybolmuş, bugün dünyâ üzerindeki bunlara âit eserlerin büyük çoğunluğu, Müslümanların kopya ettikleri eserlerdir. Asılları, orjinalleri kayıp, ama Arapça tercümeleri veya kopyaları mevcuttur.(2)
Müslümanların Avrupa’ya ve Rönesans’a yaptıkları katkıları her ilim dalını, ayrı ayrı incelediğimiz bölümlerde misalleriyle berâber vereceğiz. Burada sâdece Endülüs Medeniyetinin fizikî görünüşüne birkaç misal verelim:
Ünlü târihçi Draper (1811-1882) şöyle der: “Paris ve Londra, bataklıklar içindeyken Kurtubalılar taş döşeli yollarda aydınlık içinde yürüyorlardı. Bu sebeple Avrupalı Entelektüeller Endülüs’ü görmek ve gezmek için can atarlardı. Nitekim Cin Papa diye meşhur Papa ll. Sylvester, Endülüs’e gelmiş, bir süre kalmış ve giderken yanında Abaküs, Küre ve Usturlap götürmüştür. Avrupalılar kaybolan Yunan filozoflarının eserlerini İslâm Filozofları İbni Sînâ, ve benzeri filozofların eserlerinden okuyup tanıdılar ve İmparator ll. Frederich zamanında Avrupa’da ilk üniversite kuruldu, 12. Ve 13. yüzyılda Rönesans başlatıldı.”(3)
Alman bayan şâirelerden Hroswitha, “Endülüs’ü yeryüzünün pırlantası” olarak nitelemiştir.(4) Endülüs’te Halîfe lll. Abdurrahman’ın yaptırdığı Medînetü’z-Zehra şehri, 40 yılda yapılmış ama yeryüzünün en muhteşem şehri unvanını almıştır. 7,5 milyon dinar sarf edilmiş, her gün 10 binden fazla işçi ve on binlerce hayvan çalıştırılmıştır. Saraydaki salonun duvarları ve tavanı altın kaplama yapılmıştır. Bahçedeki havuz, Doğu Bizans yâni İstanbul’dan getirtilmiş, 12 çeşit hayvan heykelinin ağzından su havuza akmaktaymış.(5)
İslâm medeniyetinde başkent ve büyük şehirlerin modern ve gelişmişliği, temizliği, refahı, zenginliği, Avrupa şehirleri ile kıyas kabul etmemiştir. Aradaki farkın tarifi mümkün değildir.(6) Endülüs medeniyetinin o asırlarda yakaladığı seviyeyi Batı, 700 yıl sonra ancak yakalayabilmiştir.(7)
Güstave Lebon (1841-1931) şöyle der: “Avrupa’nın kara bir barbarlık içine daldığı bir devrede, Bağdat ve Kurtuba gibi, İslâm’ın hüküm sürdüğü iki büyük merkez, parlak nuruyla dünyâyı aydınlatan bir medeniyetin ocaklarıydı.”(8) Amerikalı medeniyet târihçisi Will Durant; “bugün bile Endülüs Medeniyeti mirası olan el Hamra Sarayı, Kurtuba Ulu Câmi gibi eserleri yapmak mümkün değildir” der.(9) Ve şöyle devam eder: “Endülüs, hiçbir devirde, Müslüman Fâtihlerinin zamanında olduğundan daha dirâyetli, daha adâletli ve daha güzel yönetilmedi.” Büyük bir dînî müsâmahanın hüküm sürdüğü İslâm beldesinde, öyle bir duruma gelindi ki; Endülüs’ün millî geliri, o dönemdeki bütün Hristiyan devletlerin gelirinden daha yüksek idi. Tarımda Müslümanların üstünlüğü kıyas kabul etmiyordu. Birçok meyve ve sebze Müslümanlardan öğrenildi.”(10)
Her kemâlin bir zevâli var atasözünde olduğu ve her devletin zevâlini fitne ve ahlâksızlığın getirdiği gibi, Endülüs medeniyeti de bu ve benzeri sebepler yüzünden izmihlâle (çöküşe, batışa) doğru gitmiş ve yıkılmıştır.
Endülüs Müslümanları son zamanlarında öyle bir fitne ve fücur içine düşmüşler ki; bırakalım şehirleri, her kaza bağımsızlığını ilân etmiş ve ayrı bir devlet olma iddiasına girmiştir.(11) Fakat bunun vebâlini öyle çekmişler ki; onların başına gelen terör, tedhiş, zulüm ve işkence belki dünyâda hiçbir milletin başına gelmemiştir. Onun için târihçilerin şöyle bir değerlendirmesi vardır: “İslâm târihinin en dramatik olayı, Endülüs’ün Haçlılar tarafından alınmasından sonra Müslümanların başına gelen olaylardır. Osmanlı târihinin en acıklı olayı da; Osmanlının Balkanlardan çekilirken başına gelen fecâatler ve denâatlardır.” Bu felâketlerin yegâne sebebi de, Müslümanların fitne, fücur ve çekememezliğe mübtelâ olmaları, birlik ruhundan uzaklaşmalarıdır.
Dipnotlar:
1- Sigrid Hunke, a.g.e.
2- İbrâhim Kalın, “İslâm ve Batı”, s. 93.
3- Bekir Karlığa, “Ah Endülüs”, Derin Târih Dergisinin özel sayısı, 2015, s. 132.
4- Mehmet Özdemir, “Endülüs Müslümanları-İlim-Kültür ve Sanat” TDV Yay. Ank. 1997, s. 104.
5- Lütfi Şeyban, “Ah Endülüs”, Derin Târih Dergisinin Özel Sayısı, 2015, s. 103.
6- Mustafa Sibai, “İslâm Medeniyetinden Altın Tablolar”, Türkçesi: Nezir Demircan-M. Sait Şimşek, Sebat Ofset, Konya 1979, s. 187.
7- Ferhat Koç, “Medeniyet Coğrafyamıza Seyahat”, Düşün Yay. İst. 2012, s. 16.
8- Şaban Döğen, Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi, Yeni Asya Yay. İst. 1987, s. 6.
9- Mustafa Hizmetli, “Ah Endülüs”, Derin Târih Dergisinin özel sayısı, 2015, s. 105.
10- Will Durant, a. g. e. s. 199, 206.
11- Mehmet Özdemir, “Endülüs Müslümanları” s. 144-152.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.