Evliya (2)
30 Kasım -1, Pazartesi 00:00“Sen evliya olduğunu söylüyormuşsun. Onlar keramet gösterirler, seninde var mı?” diye sorunca adam; “elbette var, bende gösteririm, mesela sen şimdi içinden benim bir sahtekâr olduğunu düşünüyorsun” deyince Memun; “doğru ama bu keramet değil” demiş ve gülmüş adamı bağışlamış.
Kendi aralarında şeyh-mürid geçinen bazı kişiler otururken biri demiş ki; “ben yeryüzünde üç evliya tanırım, gerisi faso-fiso”, Onlar kim? demişler, adam; “birincisi Beyazid-i Bostancı, ikincisi Muhiddin Arabacı demiş.”, aralarında şeyh geçinen cahil heyecanla; “üçüncüsü kim?” diye sorunca öteki; “aman efendim zat-ı âlinizden başka kim olabilir” deyince müteşeyyıh; “yahu ilim erbabından da bir şey gizlenmiyor” demiş.
Bir gün Hekimoğlu Ali Paşa’ya bir zat gelip şöyle diyor: “Benim maddi sıkıntım var. Hz. Peygamberimizi rüyada gördüm, kendileri size selam yolladılar ve sizden otuz altın istememi söylediler.” Ali Paşa; “peki ama bunun doğru olduğunu nerden bileceğiz?” deyince adam şöyle der; “Paşa Hazretleri bendeniz de Efendimize sizin bana bunu soracağınızı söyledim, O buyurdu ki; ‘Ali paşa her Cuma gecesi Kur’an okur benim ve müminlerin ruhuna bağışlardı. Geçen Cuma ihmal etti, sen bunu hatırlat” buyurdu.
Ali Paşa düşünüyor ve gerçekten geçen Cuma okumadığını hatırlıyor ve gelen kişiye tekrar soruyor; “Resûlullah ne buyurdu?.. Sana otuz altın... ne buyurdu... Otuz altın. . . Birkaç tekrardan sonra adam; “benimle dalgamı geçiyorsun? Vermeyeceksen giderim” diye yürüyünce; “sabır etsen de yüz defa söylesen her söylediğin için 30 altın verecektim ama senin sabrın bu kadarmış” der ve üç tekrarına 90 altın verir.([1])
4. Murat bir gün esnaf kılığına girerek Üsküdar’dan bir kayığa biner. Ahmet Çelebi adında bir remmal’da (kâhin, büyücü, cifir ilmiyle meşgul olan kişi) kayıkta imiş. Kayıkçı ile Çelebi biraz açılınca tütünleri yakmışlar ve başlamışlar, katı bir şekilde içki, kahve ve tütün yasağı uygulayan Sultanın aleyhinde atmaya, söylemedik söz bırakmamışlar. Yanlarındakinin hiç seslenmediğini, kendilerine uymadığını görünce biraz pirelenip (şüphelenip) Çelebi;
“Senin işin gücün ne evlât?” diye sormuş. O;
“Eskiciyim, ya siz ne iş yaparsınız?” demiş. Çelebi;
“Ben remmalim” deyince;
“Öyle ise bir remil atta bil bakalım, Sultan Murat şimdi nerde görülüyor?” demiş. Ahmet Çelebi birtakım hesaplar yapmış, işaretler çizmiş ve;
“Deniz üzerinde görünüyor” demiş. Öteki;
“Hele bir daha at bakalım, yakınlarda mı? Uzaklarda mı?” demiş. Çelebi yine bir takım hesaplardan sonra:
“Evlât Sultan Murat bizim yanımızda gözüküyor. O ben olmadığıma göre ya sizsiniz, ya da şu kayıkçı” deyince Sultan:
“Ey remmal, bir remil daha atarak benim surlardaki hangi kapıdan şehre gireceğimi bilirsen, kelleyi kurtarırsın, aksi halde son dualarını etmeye başla” demiş.
Ahmet Çelebi, yine hesabını kitabını yaparak, bir kâğıda yazmış, Sultana uzatmış ve “Sultanım bunu şehre girinceye kadar açıp okumayacaksın, girdikten sonra okuyacaksın” demiş. Sultan kabul etmiş ama, işin kurnazlığına kaçmış ve hemen emir gönderip, surlardan yeni bir giriş kapısı açılmasını emretmiş. Emir gereği kısa zamanda yeni bir kapı açılmış, içeri girmiş ve remmali cezalandırmanın hayali ile, koynundaki kâğıdı çıkarıp okumuş: “Padişahım yeni kapınız mübarek olsun” diye yazıyormuş. Bunun üzerine Padişah bu iki zatı affetmiş ve o günden itibaren o kapının adı “yeni kapı” olmuş.([2])
Dipnotlar:
[1]- Ö. Tuğrul İnançer, “Muhabbet Peygamberi Hz. Muhammed”, Sufi Yay. İst. 2010, s. 77.
2- A. Ragıp Akyavaş, “Asitane-1” TDV Yay. Ankara 2004, s.156.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.