GEÇ BULDUK ERKEN KAYBETMELEYİM
24 Ocak 2020, Cuma 08:57Türkiye’deTarım denince akla daha çok buğday, arpa,çavdar, yulaf gibi geleneksel ürünleri gelir.
Çukurova, Trakya ve Ege bölgeleri bu genel değerlendirmenin dışında tutulan bölgelerimizdi.Çünkü bu bölgelerde kendine has ve başka bölgelerde olmayan farklı ürürler de yetişiyordu.
Çukurova’nın toprakları bereketliydi. En önemlisi bölgenin su imkanı vardı.
Trakya’nın toprakları bereketliydi ve su imkanı vardı.
Ege’nin toprakları da bereketli ve su imkanı vardı.
Bu bölgelerin toprak yapısı, iklimi ve su kaynakları doğal olarak çeşitli ürünlerin yetişmesine imkan tanıyordu. Geniş Anadolu coğrafyası ise bu imkanlardan mahrumdu. En başta toprak yapısı uygun değildi. İlklim uygun değildi. Tarımsal sulama için ihtiyaç duyulan su yoktu.
1955 yılında Konya Şeker Fabrikasının yapılmasından sonra, bölgede su ve pancar ekimi gündeme geldi. Pancar su isteyen bir tarım ürünü çeşidi. Su olmazsa pancar da olmaz. Önce pancar tarımına elverişli bölgeler belirlendi. Sonra su arayışına gidildi. Beyşehir Gölü’nden, kanallar vasıtasıyla su getirildi. Ayrıca fazla yağış alan bölgelerde suyun muhafazası için barajlar yapıldı. Su az çok temin edildikten sonra başta Çumra olmak üzere kanal boyunda yer alan arazilerde pancar ekimi yapıldı. Kısa bir süre sonra da aynı hat üzerinde bulunan bölgelerde fasulye ve daha başka bitkilerin ekimine geçildi.Daha sonraki yıllarda da Karaman ve Ereğli bölgelerinde su kaynakları bulundu, barajlar yapıldı, kanallar açıldı ve toprak suya kavuştu.
1980 yılına kadar Konya çiftçisi suyu kısmen bulmasına rağmen yine de yukarıya, Allah’a bakıp “Yağdır mevlam su” diye, dualar etti.Çünkü, ürün yelpazesinin artık her bölgede genişlemesinin ve ürün çeşitliliğinin artmasının zamanı çoktan gelip geçmişti.
Kıraç tarlalarda tarım yapmak zordu.
Buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi ürünler para kazanmak şöyle dursun, masrafı dahi karşılayamıyordu. Bir dönüm tarladan ( 2 bin 500 metre) ancak 700-800 Kg. Kadar buğday alanıbiliyordu. Oysa tarlalar sulanabilse bu miktar ortalama iki tonu bulacaktı ve çifçi kazanacaktı.Ayrıca ürün yelpazesi de genişleyecekti.
Çukurova, Trakya ve Ege kadar olmasa da bizde de farklı ürünler yetişecekti.
Kıraç tarlalarda geleneksel tarım ürünlerinden para kazanmanın zor olduğunu görenlerden birisi olarak, kendi köyümde 1980’li yılların ilk yarısında yeşil mercimek ekmeye başladım. Köylülerimin bana güldüğünü ve “Gazeteci ne yapacağını şaşırdı.” dediğini hiç unutamam.
Yanlış hatırlamıyorsam 3-5 yıl mercimek ektim. Fakat piyasada o yıllarda alıcı yoktu. TMO alır, umuduyla aylarca beklemiştim. Ayrıca yeşil mercimek tarımı çok zor bir işti. Sabahın köründe kenar mahallelerden kamyonlara işçileri doldurup köye mercimek yolmak için götürüyorduk. Günlerce sürerdi bu iş. Yolacaksın. Tarlada bir araya getireceksin. Köyde harman yerine özel yapılmış adı “sal” olan bir taşıma aracıyla getireceksin. Mercimeği çıkartacaksın. Benden sonra Yeşil mercimek ekimini köylülerimde yapmaya başladı ama para kazanmamız zordu. Bu işten de vazgeçtik ve su aramaya başladık. Yineleyecek olursak: Geleneksel tarım Ürünleri para kazandırmıyordu. Sulu tarıma mecburduk. Su olsa ürün yelpazemizi genişletecektik. Mesela en başta pancar, yağlık ve eğlencelik ayçekirdeği, fasulye, ve daha başka bitkilerin tarımını yapabilecektik.
1983’den sonraki yıllar sadece bizim oralarda değil, Konya’nın su bekleyen diğer bölgeleri için de milat oldu.
1983 genel seçimlerini kazanarak iktidar olan ANAP su sorununa çok ciddi manada el attı. Devlet tarafından Konya’nın köyleri başta olmak üzere diğer illerin köylerinde de on binlerce tarımsal sulama amaçlı kuyular açıldı. Aynı dönemde mümkün olan bölgelerde yeni barajlar, göletler yapıldı. Sulama kanalları açıldı. Sonra özel kuyu dönemi başladı. Bölgelerde on binlerce ruhsatlı özel kuyu açıldı. Konu buraya gelmişken enterasan bir örnekten söz etmek istiyorum. Konya bölgesinde toplam 130 bin su kuyusu bulunuyor. Bu kuyulardan 90 bini kaçak yani ruhsatsız. Geriye kalan 40 bin kuyu ise ruhsatlı. Devlet kaçak kuyulara karşı değil, ruhsatlı kuyulara karşı savaş açtı. Bu durum tam bir garabet. Anlışalacak gibi değil.
Neyse..
Geniş Anadolu coğrafyası geç de olsa suyu buldu.
Bizim oralara da su 1987’den sonra gelmeye başladı.
1991’den sonra da Doğru Yol Partisi döneminde, yapılan çalışmalarla sulanabilir arazilerin miktarı arttı. Biz suya kavuşunca ilk önce pancar üretimine geçtik. “Yeşil bitki” diyorduk pancara. Sonra bir kaç yıl içerisinde ürün yelpazesi nasıl oldu bilemiyorum ama bir anda arttı. Şeker pancarı, yağlık ve eğlencelik ayçekirdeği, kuru fasulye, patates son yıllarda da mısır ekimine başladı köylüler. Bu arada geleneksel tarım ürünlerinin ekiminin yapıldığı tarlalar da sulanmaya başladı. Buna bağlı olarak verim de arttı. Türkiye’nin suya kavuşan diğer Anadolu illerinde de ürün yelpazesi ve buna bağlı olarak kazançlar arttı. Dolayısıyla ekim alanları da genişledi.
Tarımda bu olumlu gelişmelere rağmen yeni bir tehdit ve tehlike çiftçinin kapısının önünde beklemeye başladı. O da ne diyeceksiniz? Söyleyim.. Geç bulduğumuz suyu maalesef çok bilinçsiz ve cömertce kullanıyoruz. “Ne kadar sularsan o kadar kazanırsın” mantığı yerleşti. Tabi bunda ruhsatsız yani 90 bin civarında kaçak kuyunun etkisi de var. Ayrıca yeni su kaynakları bulamıyoruz. Sürdürülebilir sulu tarım için vakit geçmeden önlem almak gerekiyor.Ekim nöbeti planlamasının yapılması gerekiyor. Tarlada verimlilik bu şekilde korunurken, su tüketimi de makul seviyelerde tutulabilir.
Suyu geç bulduk, erken kaybetmeyelim.
Merek edenler için Konya özelindeşunu da söyleyelim: Sulu tarıma rağmen ve geleneksel tarım ürünlerinde ekim alanlarının çok az miktarda da olsa düşüş göstermesine rağmen, Konya buğday üretiminde Türkiye’de hala birinci il konumunda ve ülkenin buğday anbarı. Çünkü su sayesinde dönüm başına alınan buğday miktarı, ortalama iki tona kadar çıktı.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.