GERÇEK ÂŞIK CÖMERT OLUR
06 Haziran 2018, Çarşamba 07:53Bu hususta terennüm edilen binlerce beyitlerden ben birkaç tanesini örnek olması bakımından vereceğim:
Meta-ı dehr-i fânî nâ-sezadır ehl-i tecrîde
Ölürsen de şehîd-i aşk olup Rûhî kefenden geç
“Şu Fani âlemin malı mülkü, senin gibi tecrit ehli (dünyayı terk etmiş, evlenmemiş) bir kişi için uygun değildir. Ey Ruhi ölürsen de aşk şehidi olarak öl ve kefenden vaz geç”
Bağdatlı Ruhi, bu beytinde aşk şehidi olmayı temenni etmiş, duası kabul olmuş ki; Sultan ll. Abdülhamid’in Japonya’ya gönderdiği Ertuğrul Firkateyninde gitmiş ve şehit olup kefenlenmeden gömülmüştür. Fakat işin garibi şâir sonunu yıllar öncesinden sanki görmüş ki, bu ve benzeri beyitler söylemiştir.(1)
Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım dedim
Yüzüme bin hışım ile bakdı dedi cânın mı var
Zâtî: sevgilisine: “senin yoluna canımı feda edeyim, helal olsun, ölsem önemli değil” diyor ama gaf yapıyor ve sevgilisi: “demek hem sana âşıkım diyorsun, hem de hâlâ can taşıyorsun, aşkın uğruna o candan çoktan vazgeçmen gerek idi” diye şairi kahreden bir bakışla gönlünü dağlıyor.
Gel gel beru ki savm u salâtın kazası var
Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazası yok
Nesîmî
İlâhî aşk sarhoşluğu ile söylediği enteresan beyitleri, ham ervah denen, aşkla, muhabbetle, sevgi ve gönülle… pek ilgi ve alâkası olmayan insanlar tarafından anlaşılmamış, yanlış yorumlanmış, münkir ve mülhidlikle (kâfirlikle) suçlanmış ve zahir ulemasının fetvası gereği, diri diri derisi yüzülmek suretiyle idam edilmiştir. Sevgilisi için böyle diyor: “Gel yanıma muhabbet edelim, hasret giderelim, zamanı boşa geçirmeyip değerlendirelim, orucun ve namazın kazası olur ama, sensiz geçen zamanın kazası olmaz, o fırsatı bir daha yakalayamam”
Yenişehirli Avnî, bu ilâhî aşk sarhoşluğunun insana neler yaptırabileceğini şöyle dile getirmiş:
Mecnûn ki “lâ ilâhe illâ” der idi
Teklif-i şuûr eyleseler “lâ” der idi
Ol mertebe Leylâsına meftûn idi kim
“Mevlâ” diyecek yerde de “Leylâ” der idi
Şeyhülislâm Yahya Efendi, aşk dünyasının sefasından cefasının çok olduğunu, bu sahada at koşturmaya gelenlerin bunu peşin kabul ederek gelmelerini tavsiye ederek şöyle diyor:
Bir dilrübâya düşdü gönül mübtelâsı çok(2)
Aşkın safâsı yok değil amma cefası çok
Başka bir şairde şu tembih ve tavsiyede bulunuyor. Âşık bu sahanın ne tehlikeli, ne cefalı bir dünya olduğunu bilerek gelsin ve aşka müptela olduktan sonra duçar olacağı cevir ve cefadan dolayı ağlarken, sırrını faş etmesin, kimseye belli etmesin hatta ağladığını ağlayan gözünden bile gizlesin diyor ve şöyle terennüm ediyor:
Sırrını âşık olan şöyle nihân etsin kim
Duymasın ağladığın dîde-i giryânı bile
Bu acıyı, yani aşk acısını sineye çekip, kimseye duyurmamak, belli etmemek, ser verip sır vermemek, sırrı fâş etmemek de bir marifettir. Leyla’ya sen mi büyüksün, Mecnun mu diye sormuşlar, “ben” demiş. “Çünkü ben aşkımı içime attım acısına sabrettim kimseye söylemedim, o ise herkese faş etti.” demiş.(3)
Hayatta iken sevgilisine kavuşup bir türlü hasret gideremeyen Celilî, şöyle vasiyet ediyor:
Öldükten bu ben hasteyi eşk ile yusunlar
Cânâne güzâr ettiği yollarda kosunlar
“Devasız bir aşk hastası olan beni, öldüğüm zaman gözyaşı ile yıksınlar ve sevgilinin geçtiği yolların kenarında bir yere defnetsinler”
Şâir Nahifî, maşukuna olan muhabbeti hususunda masum olduğunu, bir dahlinin, bir günahının olmadığını, o güzellik karşısında ihtiyarının elden gittiğini, uzuvlarına söz dinletemediğini, dolayısıyla suçlanmaması gerektiğini sevgilisine şöyle arz ediyor:
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım
Her hususta olduğu gibi, Osmanlının son zamanlarında bu hususta da yozlaşmalar olmuş, gariplikler zuhur etmiştir. Prof. Ömer Besim Paşa; devrinin en iyi kadın doğum uzmanı, Hüseyin Rahmi Gürpınar; zamanının en iyi aşk romanları yazan muharriri, Ubeydullah Efendi; o dönemin meşhur semti Beyoğlu’nun popüler evlendirme memuru… İşin garibi kadın ve aşk sahasında icray-ı sanat yapmalarına rağmen bu üç zatın üçü de ömür boyu evlenmemişlerdir.(4) Ferid Kam ne güzel söylemiş:
Garabetin bu da bir nev'idir ki insanlar
Hakikati bulayım der de, başka yolda yürür
Tesadüf eylese bir yerde ez kaza bir gün
Hakikat onlara, onlar hakikate tükürür
Gerçek aşkla ilgili Şeyh Sadi Şirâzî’nin şu sözleri de çok enteresan:
" Henüz toy bir delikanlı idim. Şiraz 'da bir kızı sevmiştim. O da bana karşı ilgisiz değildi. Birkaç kez buluşup görüştük. Sonra araya ayrılık girdi. Ben gurbetlere gittim. On yıl onun aşkı ile dolup taştım, hasretiyle yanıp kavruldum. Nihayet yurduma geri döndüğüm vakit ilk işim onu aramak oldu. Beni görür görmez başladı siteme: "A Sadi! Meğer ne kadar vefasızmışsın..! Bunca yıl geçti aradan ne bir haber, ne bir mektup..!” Ona dedim ki:
"Ey sevgisi kalbimde yer edinen servi boylu! senin yüzünü görme bahtiyarlığından ben mahrum iken o şerefi postacıya mı bağışlasaydım...?”
Dipnotlar:
1- İskender Pala, “Şairlerin Dilinden”, Kayı Yay. 2004, İst. s. 349.
2-Dil rübâ: Gönül kapan, gönül çalan. Yüzü mah: Ay yüzlü, Nihan: Gizli.
3- İskender Pala, “Divane Güzeller”, Kapı Yay. 2004, İst. s.149.
4- Hikmet Feridun Es, “Tanımadığımız Meşhurlar”, Ötüken Yay. İst. 2009, Yay. Hazırlayan Selçuk Karakılıç, s.126.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.