GÜL ? ÇİÇEK (2)
24 Mayıs 2016, Salı 08:461919’lu yıllarda Romanya’da Meclis başkanlığı ve başbakanlık yapan 1300 kitabı ve 10 binin üzerinde makalesi bulunan büyük tarihçi Nicolae Jorga; “çiçek yetiştirmek, gül sevmek, Osmanlıda sanki bir ibadet şekli idi.” demiştir.([1])
Devlet-i Aliyye’nin en fakir olduğu dönemde bile Sultan ll. Abdülhamit her yıl 30 bin civarında çiçek saksısı aldırır ve çiçek ektirirmiş.([2])
Sultan l. Ahmet Han Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinin müridi idi. Başında Hz. Peygamberin ayak izini broş olarak taşırdı. “Hz. Peygamberin Mescidinde kandillerde zeytin yağı yanmaz” düşüncesi ile Medine’ye devamlı gül yağı göndermiştir.([3]) Sultan 3. Selim Topkapı Sarayındaki Peygamberimizin ayak izi ile ilgili şöyle demiş:
Sakın taş sanma yahu gevher-i âlem bahadır bu
Gel ey bîçare yüz sür nakş-i pay-i Mustafa’dır bu
Şu şarkı sözleri de ilk bakışta güzel bir kadına, bir sevgiliye, bir mahbubeye yazılmış gibi görünse de, hakikatte yine bir sevgiliye hitaben yani Peygamberimiz için yazılmıştır:
Kâh güllerde gül nefesin
Kâh bülbülde şakrak sesin
Nere gitsen benimlesin
Gir kalbime gör kendini
Rıza Polat Akkoyunlu
Aşkın ile gündüz gece giryanım efendim
Bülbül gibi gül rûyine hayranım efendim
Mah yüzüne âşıkânım
Taze bitmiş gül fidanım
Efendim nazlı cânânım
Seni gâyet sevdi canım
Severim yoktur yalanım
Hammamizade Dede Efendi
“Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül” şarkısının güfte sahibi Osman Nevres Bey, son yıllarında akli dengesini kaybetmiş, Şehzade Yusuf İzzettin Efendinin emriyle Haydarpaşa Hastanesine yatırılmak üzere getirildiğinde müthiş bir yağmur yağıyor ve gök gürlüyor, kapının önünde şu beyitleri o halinde irticalen söylemiştir:
Sille-i dârüşşifâdır, sanmayın gök gürlüyor
Bu yağan yağmur değildir, âsuman ağlar bana ([4])
“Bu sadâyı gök gürültüsü sanmayın, o Darüşşifanın bana olan sillesinin sesidir. Bu yağanda yağmur değil, benim halime ağlayan semanın gözyaşlarıdır.”
Ermenekli Şâir Hasan Rüştü (başı kel olduğu için Kel Rüştü diye maruf), Sultan Abdülhamid’in aleyhinde konuştu diye İzmir’e sürgün edilir, Eşrefle tanışır ve birbirlerini severler, sofra yaranı, hiciv yoldaşı olurlar. Bu sürgünü kastederek Eşref şöyle yazar:
Yıkmaya pek çok çalıştı rüzgâr
Etti Mevlânâ himaye yıkmadı
İftihar etsin vücudunla vatan
Ermenek’ten senin gibi gül çıkmadı
Osmanlıcada “gül” ile “kel” aynı yazılır. Şâir Eşref bu şirini Rüştü var iken gül diye okurmuş, o yok iken kel diye okurmuş!..([5])
Dipnotlar:
1- Nicolae Jorga, “Yenilmez Türk-Kanuni ve Dönemi” Almancadan Çev. Nilüfer Epçeli,
Yeditepe Yay. İst. 2008, s. 93.
2- Mustafa Armağan, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı-1”, Timaş Yay. İst. 2009, s. 87.
3- Ö. Tuğrul İnançer, “Dinle Neyden”, İst. 2010, s. 52.
4- Mustafa Rutbay, ”Kafkasya Hatıraları”, Haz. Ahmat Cevdet Canbulat, TTK Basımevi Ank. 1990, s. 9.
Hoş-bû; Güzel koku, Şive: Şöyleyiş, tarz, Gülzâr: Gül bahçesi, gülistan.
5- Caner Arabacı, “Milli Mücadele Dönemi Konya Öğretmenleri”, Konya 1991, s. 186.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.