GÜLZAR (Gül Bahçesi) -1
27 Nisan 2015, Pazartesi 00:00Konfüçyüs asırlar önce: “Çiçek dolu bir bahçe ile kitap dolu bir evden başka yaratıcımdan bir şey istemem” demiş ama; gül ve çiçeğe olan sevgi ve muhabbeti doruklaştıran Müslümanlar olmuşlardır.
Saflığın, sadeliğin, sadakatin, güzelliğin, sevginin, muhabbetin, aşkın… remzini, numunesini gül ve çiçekte bulmaya çalışan Müslümanlar, hakikatte peygamberlerinin huy, koku, güzellik ve saflığını, Allah’ın bu nadide varlıklarında bulup tatmin olmanın yollarını aramışlardır. Gül, çiçek ve benzerleri ile özdeşleşmişler, hayatlarının vazgeçilmezleri olmuştur.
Türkler; Hz. Muhammed’i güle benzetmişler, gülün güzelliğinde ve kokusunda onu bulmuşlar, aşkın, sevginin, muhabbetin alâmeti, timsali olan gülde O’nu ve O’nun kokusunu aramışlar, bu aşkın temâyüzü ve yansıması olarak revaklara, portallere, sütunlara, mihraplara, tekke ve türbelere, kabir taşlarına, çeşme başlarına nakış nakış gül figürleri işlemişler, bu aşk ve iştiyâkın ateşiyle, mermeri bal mumu gibi yumuşatıp, ona içlerini dökmüşlerdir.
Tasavvufta, tarîkatta, kasidelerde, nâtlarda, muhammes ve murabba’larda, hatta şarkıların birçoğunda zikredilen gülden maksat, Allah Resûlüdür. Yunus:
Gül Muhammed teridür bülbül onun yâridür,
Ol gül ile ezelî cihana bile geldüm.
demiştir.([1]) Bazı efsanevi rivayetlerde de: Miraç gecesi Hz. Peygamberin mübarek vücudunda oluşan terler damlamış, yeryüzüne düşünce kırmızı gül olmuşlardır.([2]) Yine bu rivayetlerden bazılarında da Peygamberimiz vefat ederken gül’e: “Benim kokum sende emanet kalsın” demiş…
Süleyman Çelebi bu olayla beyitlerini şöyle süslemiştir:
Terlese güller olurdu her teri
Hoş direrlerdi terinden gülleri
Yunus meşhur “Sarı Çiçek” ilâhîsinde hem sorar, hem cevap verir:
Sordum sarıçiçeğe, gül sizin nenüz olur
Çiçek eydür derviş baba, gül Muhammed teridür
Bundan dolayı gül görüldüğünde, gül yağı, gül suyu koklandığında, gül şerbeti içildiğinde, gül kokulu şekerler yenildiğinde… Salavat okumak, Peygamberimizi hatırlamak, ondan şefaat talep etmek adet olmuştur. Bizim ölülerimizin kefenlerine bile zemzem ve gül suyu saçılmaktadır.
“...Rivayet edilir ki Hz. Ali son nefesini vermeden önce Hz. Selman’dan bir deste gül istemiştir. Selman bir deste gül getirmiş. Hz. Ali bunu koklamış ve teslim-i ruh etmiştir. Bu sebeple bazı tarikat mensupları üzerlerine giydikleri hırkayı “Deste Gül” adıyla anarlar([3]) ve genelde elbise, sarık ve kullandıkları eşyaların birçoğunda gül rengi olan kırmızıyı tercih ederler.
Süleyman Çelebi Mevlidinde şöyle der:
Çünkü nûrun rûşen etti âlemi
Gül cemâlin gülşen etti âlemi
Yine bu sevgi Türk Milletinden başka hiçbir Millet tarafından bilinmeyen ve su üzerine gül motiflerinin işlenip kâğıda alınması olarak icra edilen Ebrû sanatını ortaya çıkarmıştır. Bu gül ve çiçek sevgisi o raddeye varmış ki, bir devre Lâle Devri diye isim verilmiş ve Tabip Mehmet Aşkî’nin eserinde 1350 çeşit lâle isminden bahsedilmiştir. Avrupa’ya lâleyi ecdâdımızın tanıttığını kendileri de kabul etmektedirler. Türkler’de gül ve çiçek hayranlığı aşk derecesinde idi. İkinci Viyana bozgunundan sonra, savaş meydanında kalan Serdar-ı Ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın çadırına giren General Sobiesky, Kraliçesine yazdığı zaferini müjdeleyen mektubunda: “buranın çadır değil botanik bahçesi olduğundan sitayişle bahseder. ”([4]) Ecdat savaş meydanlarına bile gül ve çiçek taşımışlardır.
Dipnotlar:
1- Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2005, sayı: 377, s. 69.
2- Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2005, sayı: 377, s. 69.
3- Bilal Kemikli, “Türk Kültüründe Hz. Peygamber ve Gül İmajı”, Türk Edebiyatı
Dergisi, Kasım 2004, sayı 373, s. 26.
4- Max Kemmerich, “Avrupa Tarihinden Garip Vak’alar”, Hazırlayan Îsa Dedeoğlu,
İstanbul, 2001, s. 56; Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken Yay. 1971,c. 6, s. 37, 125.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.