Günümüzde Osmanlı Düşmanlığındaki İfratlar (4)
28 Ağustos 2018, Salı 07:27Gerçekten Haçlılar ne yaparsa yapsınlar bu uyanış, bu diriliş, bu özümüze dönüş, bu benliğimize hicret başlamıştır. Bunu onlarda kabul ediyor ve GEO gibi çok meşhur dergileri bile “Osmanlı ruhu yeniden uyanıyor” diye kapak yapıyorlar.
Şöyle bir hikâye anlatılır: Adamın biri virane bir yerde yılanla karşılaşır. Adam her gün bir tas süt getirip yılana verecek, yılanda viranedeki defineden her gün bir altın getirip ona verecek. Bu şekilde anlaşırlar ve uzun müddet bu alış-veriş devam eder, fakat adam birkaç günlüğüne bir yere gitmek mecburiyetinde kalınca, bu görevi genç yaştaki oğluna verir. Oğlan yılanı görünce korkar, heyecanlanır ve süt kabını yılanın kuyruğuna düşürür.
Yılanda kuyruk acısıyla oğlanı sokar öldürür. Hırslı adam: “olan oldu altınlardan bari mahrum kalmayayım” düşüncesiyle yılana, dostluklarının devam etmesini teklif eder ama yılan: “Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı olduktan sonra bizim dostluğumuz artık mümkün olmaz” der. M. Akif şöyle der:
Delikanlı incitme ceddini Allah’ı seversen
Milyarla şehidin ebedî varisisin sen
Bizde bu evlât acısı, onlarda da târihteki kuyruk acıları olduğu müddetçe bizim onlarla gerçek dost olmamız mümkün değil ama gel bunu bazılarına anlat! Bunu onlar gâyet iyi biliyor ve bizi bakın 60 senedir kapılarında bekletip içlerine almıyorlar.
Eski düşmanları ve ekonomileri bizden kat be kat kötü olan birçok Demirperde memleketlerini aldılar. Bilahare Lüksemburg’un küçük bir kasabası Şengen de 29 ülkenin iştirakiyle bir birlik kurdular bizi yine almadılar, 2015 yılında buraya 15 ülke daha alacaklar, kararlaştırdılar, biz yine yokuz. Bu Avrupa’nın Osmanlı düşmanlığından başka bir şeyin göstergesi değildir.
Sultan Abdülhamid’in huzurunda Japonların terakki edipte bizim neye edemeyişimiz dile getirilince o şöyle demiş: “Biz de Japonlar gibi terakki edebilirdik. Onlar Avrupalıların pençelerinden uzak olduklarından bize nazaran bahtiyardırlar ve emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz tam Avrupalı sırtlanların geçiş yerine çadırımızı kurmuşuz.”(1)
Birinci dünya savaşı yıllarında Türkiye 13 milyonluk çok fakir bir devlet idi. Yapılan savaşlar sonunda çok zor durumda idi. Memleket işgal edilmiş, Yunan Polatlıya kadar gelmişti. Ama sonra İngiltere ve Fransa yunana olan desteklerini çekmek mecburiyetinde kaldılar çünkü sömürgelerde hareketlilikler başladı.
Türkiye’yi örnek alan devletler bağımsızlık için kıpırdamaya başladı aynı zamanda Hindistan’dan asker toplayıp yine Yunana yardım etmek istediler ama Gandi, Nehru gibi liderler buna müsâade etmediler. İngiliz halkı da Yunanlılar için evlatlarının ölmesini istemedi, isyanlar ve protestolar başladı. Batılılar desteklerini çekince Yunanda hezimete uğradı.(2) Bu hususta şu anekdot da çok ilgi çekici:
Yugoslav Kralı Aleksandre 4 Ekin 1933 günü torpidoyla İstanbul’a gelir ve Atatürk’le görüşür. Bir ara kral Atatürk’e; “size bir sırrımı söyleyeceğim ekselans” demiş ve “Eğer bazı Avrupa devletlerinin vaatlerine inansaydık, Yunanlıların yerine Anadolu’ya biz çıkacaktır” demesi üzerine Atatürk; “öyleyse büyük geçmiş olsun Haşmetmeab” demiş.(3)
“Paris Üniversitesinde târih profesörü olan Stephanos Yerasimos, Osmanlı’nın 15. yy. ile 19 yy. arasında Baklanlar’a 16 ve 17 yy. Avrupa’ya hakim olduğunu Avrupa’daki tüm önemli olaylarda etkin rol üstlendiğini belirtti. “AB’nin Türkiye’ye kültürel nedenlerle uzak olmasını anlamıyorum” diyen Yerasimos, Osmanlının, Avrupa’ya büyük katkıları olduğunu, Balkanlar’ı ve Doğu Avrupa’yı mimari ve kültürel olarak ihya ettiğini söyledi.
Yerasimos, şöyle konuştu: “Osmanlı eğer işgalci olsaydı 500 yıl Avrupa’da barınamazdı. Bugün işgalcilerin durumunu Irak’ta görüyorsunuz. Avrupa’nın sınırı Tuna Nehri’nde bitmemeli. Fırat’a kadar uzanmalı.” Rum asıllı olan Yerasimos’un bu sözleri salonda hem şaşkınlığa hem de alkışa sebep oldu. Görüşlerinin yadırgandığını gören Yerasimos, “Gerçekler böyle, târihi değiştiremezsiniz” dedi.(4)
Yani şunu söyleyelim ki; Osmanlı ve onun nesli olan Türk Milleti 350 senedir Haçlı Âleminin siyasî, iktisadî, ekonomik, psikolojik ve stratejik ablukası altındadır, bu hâlâ devam ediyor ve dünyada böyle bir ablukaya dayanabilen başka bir devlet daha yoktur.
Dipnotlar:
1- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 39.
2- Halil İnalcık, “Söyleşiler ve Konuşmalar” Profil Yay. c. 1, İst. 2013, s. 407.
3- Cemal Granda, a. g. e. s. 176.
4- Z. Gazetesi, 08. 12. 2004.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.