GÜNÜMÜZDE TEMİZLİK (1)
15 Nisan 2020, Çarşamba 08:56Muhterem okurlarım! Daha önceki yazılarımda İslâm’ın temizlik ve taharete verdiği önemi anlatmaya ve İslâm’ı iyi anlayan ve hayata tatbik eden Müslüman milletlerdeki özellikle dedelerimiz Osmanlıdaki takdire şayan temizlikten örnekler vermeye çalıştık ve birçok yerde de ceddimizle iftihar ettik.
Zaman zaman karşılaşmışızdır; kendi işe yaramadığı halde babası ve sülalesi ile aşırı övünen insanlar antipati toplar. Önemli olan hem geçmişini inkâr etmeyip onunla iftihar edeceksin, hem de geçmişine tekaddüm edeceksin, yani onları geçeceksin, onlardan devraldığını daha ileriye, daha iyiye götürmüş olacaksın. Aksi halde dedelerimizin yediğiyle doyup hayata devam edemeyeceğimiz gibi, onların yaptıklarıyla tefahür edip, kendi mülevvesliğimizi görmemek, sadece övünmekle yetinmek akl-ı selimin yapacağı bir davranış değildir.
Tarih övünmek ve dövünmek için okunmaz, ibret almak, aynı hatalara düşmemek, güzel şeyleri de daha güzel yapmak için okunur. Cumhuriyet döneminin mümtaz simalarından biri olan Prof. Dr. Süheyl Ünver, hocası Akıl Muhtar’ın hastalık derecesinde hayranıdır. Hocasını her yönüyle sever ve takdir eder. Bir gün bunun tesiriyle; “Hocam keşke biz sizin yarınız kadar olabilsek” deyince, Akıl Muhtar kızmış ve talebesini şöyle paylamış: “Süheyl! Sen benim yarım, senin taleben de senin yarın olursa, kısa zaman sonra ortaya bir şey kalmaz, sıfır oluruz, sen beni geçmelisin”(1) demiş. Ne kadar doğru ve haklı bir söz. Ama maalesef biz böyle yapamamış ve ecdadımızla övünmekle yetinmişiz. Bundan dolayı bazıları demiş ki; “Türk milletinin işe yarar tarafı patates gibi toprağın altında kalmıştır.”
İslâm’ın temizlik ve taharet hususundaki bu denli hassasiyetine ve Müslümanların geçmişteki takdire şayan temizliklerine rağmen, gerçeği itiraf etmek gerekir ki; bugün İslâm âlemi sanki gayri Müslimlerin geçmişteki halini yaşıyor. Maalesef ve maalesef.
Almanlar İkinci Dünya Savaşında öldürdükleri milyonlarca Yahudi, Roman ve esirlerin saçlarından yatak yapıp üstünde istirahat etmişler, etlerinden de sabun yapıp, bu insan kokulu sabunlarla temizlenmişlerdir.(2) Hâlâ da günümüzde haçlı âlemi mazlum ve madur milletlerin kanı ve gözyaşı ile ellerini yıkamakta, temizliklerini onlarla yapmaktadırlar. Onun için onların manen temizlenmeleri mümkün değil, ama maddi, zahiri, görünen temizlik hususunda bizlere tekaddüm eden bazı durumları vardır.
Ferdi temizlik, ev ve sokak temizliği, çevre ve belde temizliği hususunda atı alan Üsküdar’ı geçmiş ve Müslümanlar yaya kalmışlardır. Bu da yüce dinimizi iyi bilmemek ve son asırlarda Müslümanların kültür ve inanç dünyalarındaki dejenerasyondan ileri gelmiştir. Talib-i Kadim bir beytinde şöyle der:
Çeşm-i insâf gibi kâmile mîzân olmaz.
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.
Noksanlarımızı, eksik ve kusurlarımızı setretmek, gizlemek yerine ortaya koyup otokritik yapacağız ki, Şeytan gibi her hatayı başkasına bulma ve yükleme durumuna düşmeyelim.
Fakat İslâm âlemindeki bu olumsuzlukları da fazla deşifre etmeden bir tek misal vereceğim: Müslüman olmaya niyet eden bir kimse, hacca gelse de, Allah’ın mübarek ve mukaddes kıldığı yerleri, Müslümanların ne hale getirdiklerini görse, her halde niyetinden vazgeçer. Şunu söyleyebiliriz ki; İslâm âleminin en temiz yerlerinden biri yine elhamdülillah bizim memleketimiz, onunda durumu hepimizce malum. “Vardığın yer kör ise, gözünü kırpta gez” diye bir atasözü var. Bizimkiler oraya yani hacca varınca onlarda maalesef ortama uyuyor ve kendilerinden hiç beklenmeyen olumsuz hareketler yapıyorlar.
Dünyada birçok millet temizliği kültürüne, örf ve âdetine yerleştirmiş, hem de kanunlarına caydırıcı cezalar koymuştur. Onlar gibi işe iki yönlü yaklaşan Uzakdoğu Müslüman memleketlerinden Endonezya, Malezya gibi devletlerde bize tekaddüm etmiş durumdalar.
Adamın biri sabah gezintiye çıkmış, aheste aheste gidiyor. Yanından birisi hızlı ve kararlı adımlarla geçmiş bizimki demiş ki; “bu adam hayatta aç kalmaz, nere varsa işini yürütür, yürüyüşü bile adama itimat veriyor.” Bir başkası normal adımlarla yürüyerek ondan uzaklaşmış, arkadan “eh bu da idare eder, aç kalmaz ama fazla da yükselmez” demiş. Üçüncü bir kişi gelmiş ki, sanki bastığı yerde karıncalar incinmesin der gibi bir gidişi var. Acelesi yok, varmak istediği bir yer de yok, Allahü a’lem vakit geçirmeye çıkmış, bizimki içinden; “işte bu adam olmaz, hayatta başarılı olamaz, çoluğuna çocuğuna yazık, kim bilir ne sıkıntılar içindeler…” gibi düşünürken, hemen kendine gelmiş ve “yahu ben elin bedava kontrol memurluğunu yapıp, ağır gidenleri tenkit ederken, hele hele üçüncüye söylemedik laf bırakmazken, kör kendini görmez hesabı, üçüncü bile beni geçti gitti, ben önce kendime bakayım” gibi düşüncelerle kendine geliyor.
Bizim halimizde biraz bu kişinin durumuna benziyor.
Dipnotlar
1- Ahmet Güner Sayar, a. g. e. s. 450.
2- Beynun Akyavaş, a. g. e. s. 30.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.