Hakk-Bâtıl bilinmelidir ki? (1)
21 Ocak 2016, Perşembe 08:56Hamd, ezelden ebede dek mahlûkâtı adedince yalnızca Allah’ü Teâla’ya mahsustur. Vahyin nuruyla insanları cehâletin karanlıklarından ilmin aydınlığına çıkaran âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.
Hakk-Bâtıl mevzusunu gündeme alışım; Kültürel dezenfermasyon yaşadığımız bu günlerde doğruymuş(!) gibi yalan haberlerle ülke gündemini meşgul eden, insanımızın kafa karışıklığına sebep olup
Hakîkâtlara bîgane kalmasına neden olan olaylar olmuştur.
El-Hakk; Allah’ü Teâlâ’nın esmâsından biridir. Allah Teâlâ’nın zatı hak, varlığı hak, birliği hak, isimleri ve sıfatları hak, vahyi, kelâmı, kitabı halis hak ve hakikattir. Cenâb-ı Hak, hakkı emreder, hakkı ister, haktan razı olur, haksızlığı yasaklar.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “İşte Hak olan Rabb’iniz Allah budur! Hakk’ın dışında ancak dalâlet vardır! O halde (dalâlete) nasıl döndürülüyorsunuz?”(Yûnus Sûresi, 10/32.)
Aynı zamanda Allah Teâlâ’nın isimlerinden birisi olan Hakk kelimesinin, gerçeklik, doğruluk, kesin bilgi, vakıaya uygun söz, adalet ve liyakat gibi anlamları bulunmaktadır. Hakk’ın karşısında ise zann, reyb/şüphe, bâtıl ve dalâlet terimleri kullanılmıştır. Bir çok âyet-i kerimede ısrarla hak teriminin üzerinde durulması, Kur’an’ın verdiği bilgilerin, mutlak hakikatı ifade ettiğini, Kur’an’ın vaz ettiği hükümlerin mutlak doğru ve adalete uygun olduğunu bildirmek içindir.
Hakk kelimesi, Kur’an’da izafetle dînü’l-hakk (Saf, 61/9) ve hakka’l-yakin (Vâkı’a, 56/95) şeklinde zikredilmiştir. Bu ifadeler hakk teriminin temel anlamının gerçeğe uygunluk olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Allah Teâlâ’nın (Hacc, 22/62) ve Kur’an’ın hakk(Yûnus, 10/94) olarak nitelendirilmesi de vahyin hak kavramına, dolayısıyla adalet ve doğruluğa ne denli önem verdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bir başka âyette ise ‘’Biz Ku’an’ı hak olarak indirdik. O da hakkın ve gerçeğin ta kendisi olarak indi’’(İsrâ, 17/105) buyrularak, vahyin hak ile indirildiği gibi neticesi itibarıyla da yalnızca hakkı ihtiva ettiği ifade edilmiştir.
Hakk ile bâtılı ayıran bir ölçü olarak Allah’ın Kitabı’nın en temel vasıflarından biridir. Bu yönüyle Kur’ân ayırıcı, tefrik edici ve sınırları tesbit edici bir kitaptır. Kur’ân hakla bâtılı, imanla küfrü, helâl ile haramı, şirk ve tevhidi, mümin ile kâfiri, hayır ve şerri vb. ayırmamızı sağlayacak ve İslâm’ın değerler sistemini aşikâr edecek yegâne kıstas olduğu için Furkân’dır.
On dört asır önce gelmiş olmasına rağmen Kur'ân, ihtiva ettiği hakikatların eşsiz olması ve her asırdaki insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir geniş kapsama sahip olması ile şebabetini ve gençliğini ispat etmiştir.
Bununla beraber, Kur'ân'ın muhatapları arasında, âlimin yanında cahillerin, tahsilli ve kültürlü kimselerin yanında âmi kimselerin, ufku geniş ihtisas sahibi kimselerin yanında, ufku dar kimselerin bulunması ve hepsinin de kendi kabiliyetleri nispetinde ondan dersini alması gerçekten hayret verici ve Kur'ân'a mahsus bir durumdur.
Kur'ân, kullandığı ifadelerde çok basit alelâde insanların, basit malumatları çerçevesinde, gözleri ile gördükleri hakikatlara tatbik edebildikleri birtakım kelimelere yer verdiği gibi, ancak zamanla ortaya çıkan ilmi gerçekleri gösteren bazı işaretleri, işin ehli olan kimseler için koymayı da ihmâl etmemiştir.
Kur'ân, birden fazla olan hakikatlara işaret etmek üzere kullandığı ifadelerinde bir çelişkinin söz konusu olmaması ayrı bir harikalıktır.
Hak ile bu kelimeden türeyen hakikat terimi arasında yakın ilgi bulunmasına rağmen, aralarında önemli bir fark bulunmaktadır. Hakikat, bir şeyin ne olduğunu bildiren bilgidir. Hak, ise bir şeyin ne olduğunun hikmetle açıklanmasıdır. Bu sebeple hakk’ın hatalı ve yanlış olması mümkün değildir. Hakikat hakkında herkes konuşabilir, hak ise ancak Hakîm tarafından beyan edilir. Nitekim bir âyet-i kerimede ‘’azabı çabuklaştırmak veya ertelemek hakkındaki hüküm ancak Allah’ındır. O hak/doğru haber verir. O doğruyu eğriden ayırt edenlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır.’’(En’âm, 6/57) buyrularak, hakk kavramının dini hükümleri de ifade ettiği, bu hükümlerin en temel niteliğinin adalet, doğruluk ve gerçeklik olduğu vurgulanarak vahye dayalı hükümlerin evrenselliği dile getirilmiştir.
Yüce Rabbimiz, gönderdiği tüm dinlerde, varlığını koruduğu esaslara uymamızı bizden istemektedir. Şeytanın ve nefsimizin batıl telkinlerine kulak asmamamızı aksi takdirde hak yoldan sapıp ayrılığa düşebileceğimizi haber vermektedir.
Akıllarını kullanmayan, peygamberlerin getirdiği tevhid inancına tabi olmayıp hevalarının ve şeytanın saptırıcı yönlendirmelerinin peşine takılan insanlar, tarihin her döneminde çok çeşitli yanlışlıklara düşebilmekte, birçok zararlı ve sapık inanç yahut uygulamalara sahip olabilmektedirler.
Nefislerinin ve şeytanın kılavuzluğunda yönlerini tayin edenler, Allah’ın yolundan uzaklaşarak, insanı gerçek anlamda tatminden uzak, çok sayıda bâtıl yola saptıklarından bir türlü doğruyu bulamamakta, mutluluğu yakalayamamakta ve yaşadıkları çevrelerini de huzursuz kılmaktadırlar.(Kur’andan Öğütler-1/278 Diyanet y.)(Devam edecek)
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.