HAT ? YAZI SANATI
09 Kasım 2015, Pazartesi 00:00Kalem olsun eli ol kâtib-i bed tahrîrin
Ki fesâd-ı rakamı “sür”umuzu “şûr” eyler
Gâh bir harf sükûtuyla kılar “nâdir”i “nâr”
Gâh bir nokta kusuruyla “göz”ü “kör” eyler
Fuzûlî
“Yanlış yazan kâtibin eli kalem gibi boğum boğum olup kurusun. Çünkü onun yazısındaki hata; sevincimizi kurutur, çorak vadilere döndürür, düğünümüzü kavgaya dönüştürür (sûr, düğün, şur, kavga, gürültü anlamına gelir).
Bazen yazılandan bir harf düşürüp ‘nadir’i ( zor ele geçirilen şeyi) ‘nâr’a (ateşe) döndürür, bazen de; bir noktayı koymayıp ‘göz’ü ‘kör’eyler.([1])
İlk gelen ayet “oku” dur. İlk surenin ilk ayetinde kitaptan bahsedilir. Kur’an’da Kalem Sûresi vardır, dolayısıyla Müslüman, okuyan, yazan, kitaba hevesli olan insandır.
Allah’dan gelen ayetler yazılmış, kısa zamanda kitap haline getirilmiş, istinsah edilip çoğaltılarak Mushaf şeklinde etrafa gönderilmiştir.
Osmanlı yazı (hat) hususunda o kadar ileri gitmiş, nadide eserler ortaya koymuş, estetiğin zirvesine tırmanmış ki; şu söz darbı mesel olmuştur:
"Kur'an Mekke'de indi, Mısırda okundu, İstanbul’da yazıldı.” En büyük hattatlar, pirinç tanesi üzerine "İhlas” suresini yazan estetikçiler,([2]) bugün bile dünyayı kendine hayran bırakan kalem sahipler, milyarlık eserlerin altına, tevazuundan dolayı imzasını bile atmayan otoriteler, en güzel eserlerini Mekke ve Medine’ye göndermeyi adet edinen iman ve ihlas abideleri…([3]) Bizim dedelerimiz arasından çıkmıştır.
Avrupa ressamlarına bizim hat sanatımız gösterilince Picasso: “varmayı düşündüğüm yere Müslümanlar 500 sene önce varmışlar” demiştir.([4])
Bu hattatlarımızın Pîri de, Şeyh Hamdullah’tır. ll. Beyazıt Malatya’da şehzade iken, bir köpeğe yazdığı bir muskadaki yazının güzelliği dikkatini çekmiş, yanına çağırmış ve sultan olup İstanbul’a gelince onu da beraberinde getirmiştir.([5])
Osmanlı sultanları, hattatlara mürekkep hokkalarını tutuverecek kadar([6]) bu sanat erbabına hürmet etmiş, yazdıkları bir levhaya mukabil boğazda bir saray verecek kadar([7]) onları maddeten ve manen taltif ve takdir etmişlerdir.
Hâlbuki aynı dönemde, bugün bir tablosu milyonlar eden Picasso öyle sefil bir hayat yaşamıştır ki, çoğu zaman yakacak odun bulamadığı için tablolarını yakmıştır.
Van Goh hakeza. Öldüğünde kabrine kimse gelmemiş, kardeşi hiç tanımadığı beş kişi bulup defnettirmiş, ücret olarak para bulamadığı için kardeşinin yaptığı tabloları vermiş, çalışanlar da kerhen almışlardır.([8])
Osmanlının son zamanlarında her iyi şeyin azaldığı gibi, gerçek hattatlarda azalmış, istinsahçılar çoğalmıştır. Bunların hatırına matbaa Avrupa’dan asırlar sonra bize gelmiştir. Eli biraz yön olan cahiller bile bu kitap çoğaltma işini yapmışlardır. Şöyle bir fıkra anlatılır:
Zengin biri bir Kur’an-ı Kerim çoğalttıracak, istinsahçıya yani yazacak kişiye; “çok dikkatli ol, malum bu Allahın kelâmı, en ufak bir hata ve değişiklik olmasın” demiş. Yazım işi bitmiş, adam Kur’an’ı teslim almış yine sormuş; “bir değişiklik falan yapmadın inşallah?” Beriki; “hiçbir değişiklik yapmadım, bir yer hariç: “Ve asa Âdemü Rabbehü feğava” yı değiştirdim. Çünkü asa, Âdemin değil Musa’nın malum” demiş. Hâlbuki buradaki “asa” kelimesi asa, baston manasına değil “söz dinlemedi” manasınadır.
Son dönemin en büyük hattatı olan Hamit, çalıştığı bürosuna çay getiren Veysel isimli birisiyle münakaşa etmiş, tartışma uzamış etraftan; “yahu etme bak o hattat Hamid” demişler, öteki; “bende çaycı Veysel’im ne olmuş” deyince bir akl-i selim; “İstanbul’da binlerce çaycı Veysel bulunur ama bir hattat Hamid bir daha bulunmaz” demiş.
Meşhur hattatlarımızdan Mustafa İzzet Efendi İstanbul’da sahile gelmiş, kayıkçının birine “beni karşıya geçir” demiş, ineceğine yakın bakmış ki para kesesini unutmuş, durumu kayıkçıya söylemiş; “param yok ama malzemem yanımda, sana bir çift “vav” yazıvereyim, yarın sahaflarda satar ücretine sayarsın” demiş.
Kayıkçı pek memnun olmamış ama yapacak bir şey yok. Ertesi günü kâğıdı gösterince, belki ücretinin yüz katı bir para vermişler. Adam çok sevinmiş ve bir müddet sonra aynı hattat yanına doğru yaklaşırken sahilde; “tek vava karşı, tek vava karşı” diye bağırmış ve gülüşmüşler.([9])
Keçecizade Fuat Paşa, Avrupalı bir elçiye İstanbul’u gezdiriyormuş, vardıkları her salonda, her dükkânda“Ya Hâfız” levhalarını görünce, elçi bunların ne olduğunu sormuş, Paşa; “onlar bu işyerlerinin sigorta poliçeleridir!” demiş.
Dipnotlar:
1-İskender Pala, “Kırk Ambar”, Kapı Yay. 2. Bas. 2008 İst. s. 30.
2-Ahmet Refik “Âlimler ve Sanatkârlar”, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 79.
3-İskender Pala, “Ah Minel Aşk”, Kapı Yay. İst. 2007, s. 80.
4-Niyazi Özdemir, “Mevlânâ Güldestesi”, Büyükşehir Bel. Yay. no 7, s.147.
5-İskender Pala, “Kırklar Meclisi”, Kapı Yay. İst. 2004, s. 41.
6-Sultan ll. Mustafa Hafız Osmanın hokkasını tutuvermiştir, Sur Der. 235/40.
7-Sur Dergisi sayı 225, s. 5.
8-Burhan Bozgeyik, a. ğ. e. s. 81, 109.
9-Samiha Ayverdi, “Ezelî Dostlar” Kubbealtı Yay. İst. 2009, 2. baskı, s.11.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.