Hayatta “Daha Fazla” Kalmanın Tek Şartı : Ekolojik Yaşam

Dünyanın varoluş tarihine baktığımızda çok değil, 200 yıl önce dünya nüfusunun sadece yüzde 3’ü şehirlerde yaşıyordu. Bugün ise bu oran yüzde 50’yi aşmış durumda. İnsan demek artık neredeyse şehir demek. Günümüzde milyonları geçen kalabalıklar halinde yaşayan insanoğlu, tarih boyunca “herkesin birbirini tanıdığı”, doğayla iç içe küçük topluluklar halinde yaşadı.

 BM’nin, dünya nüfusunun güncel durumu ve bölgesel artış ve azalış eğilimlerine ilişkin yaptığı derlemeye göre, 2 bin yıl önce 300 milyon, bugün 8 milyardan fazla olan dünya nüfusu, yüzyılın sonunda 11 milyarı geçebilir.

TÜİK verilerine göre; Türkiye'de 1927 yılında nüfusun yüzde 75,8'i köy ve beldelerde yaşarken, 2009 yılına gelindiğinde bu oran, yüzde 24,5'e geriledi. İl ve ilçe merkezinde ikamet edenlerin oranı da 82 yılda yüzde 24,2'den yüzde 75,5'e çıktı. Kent nüfusu, köy nüfusunu ilk kez 1985 yılında geçti. Söz konusu yılda il, ilçe merkezi nüfusu 26 milyon 866 bin kişi, köy, belde nüfusu 23 milyon 799 bin kişi olarak hesaplandı.

Bilim insanları dünyanın küresel iklim değişimi yüzünden yakın gelecekte çevre felaketleriyle karşı karşıya kalacağını öngörüyor. Çölleşme, kuraklık, seller veya kasırgalar her geçen gün gezegen üzerindeki yaşamı daha da tehdit edecek. Bu durum uzun vadede doğal kaynakların bozulması ve kıtlık gibi sonuçlara sebep olacak gibi görünüyor. Tüketim odaklı sistem de mevcut senaryoyu hızlandırmaktan öteye gitmiyor. İşte bu noktada ekolojik yaşam kavramı devreye giriyor. 

İnsan, doğadan kopup şehirle bütünleştikçe ve zamanla şehrin bir parçası haline geldikçe kendi tabiatından da koptu. Zamanla bu durum olumsuz sonuçlarını birçok yönden hissettirince, doğal yaşama dönüş yapan ekolojik hareketler ve eko-köyler ortaya çıktı.

Doğaya dönüş hareketleri, doğal olanla iç içe yaşama özlemiyle birlikte hızlandı.

Ekolojik yaşam stili, bireyin doğal yaşam ve kendi çevresi ile uyum içinde, saygılı bir yaşam sürdürmesini hedefliyor. Doğal kaynakların sınırlılığı, ekolojik dengenin önemi gibi temalara vurgu yapan ekolojik yaşam, israftan kaçınmayı ve mümkün olduğunca tüketimi azaltmayı amaçlıyor.

Ekolojik Hayat, insanlar da dahil yaşayan tüm canlıların doğanın düzenini bozmadan, harmoni içerisinde yaşadığı ve dünyayı da olabildiğince temiz tuttuğu yaşama düzeni. Ekolojik hayatın sürdürülmesi, dünyanın geleceği için oldukça önemli.

Artan nüfus, israf odaklı tüketim alışkanlıkları, doğal kaynakların düşüncesizce kullanımı gibi pek çok sebepten dolayı dünyamız günümüzde çok zorlu bir durum içinde. Küresel ısınma, su kaynaklarının tükenmesi, okyanusların kirlenmesi, pek çok hayvan türünün tükenmek üzere olması gibi onlarca sorunu çözme ulaştırmayı ve insan ırkının dünyaya verdiği zararı mümkün olduğunca azaltmayı hedefleyen ekolojik hayat, bireyleri dünyayı korumak için harekete geçirmeyi hedefliyor.

Ekolojik yaşam doğadaki tüm canlılara saygı duyarak, onları değiştirmeden ekosistemin bir parçası olarak yaşama felsefesi. Ekolojik denge doğadaki tüm canlıların kendi aralarında ve fiziksel çevreleriyle ilişkilerinin sağlıklı gelişmesine imkân tanınmasıdır.

Örneğin beslenmeden temizlik alışkanlıklarımıza, giyim kuşamdan mimariye, tatil alternatiflerinden zihnimizi arındırmaya kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Kısaca nasıl beslendiğiniz, nasıl giyindiğiniz, nasıl evlerde oturduğunuz, tüketim alışkanlıklarınız gibi parametreler ekolojik yaşamın konusu. 

Ekolojik bir dünya için tüm insanlığın elini taşın altına koyması gerekiyor. Çünkü günümüzde yaşadığımız ekolojik olaylar önüne geçilemez felaketleri doğuracağı yoğun tartışmalar arasında. Açlık, su savaşları, nükleer felaketler ve daha pek çok gelecek senaryoları, ekolojik bir dünyayı hayal edenlerin büyük kâbusları arasında yer alıyor. Tüm bu kabusların önüne geçebilmek için çevre dostu teknolojiler, dönüştürülebilir enerji ve pek çok çevreyi koruyan seçeneklere eğilmemiz gerekiyor.

Küresel ısınma nedeniyle önce buzulların erimesi, ardından deniz seviyesinde yükselmelerin yaşanacağı ön görülen felaketler arasında yer alıyor. Bu felaketlerle birlikte yaşanacak sel felaketleri insanlara oldukça zor zamanlar yaşatacak.

Bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre yakın gelecekte dünyanın ortalama yarısına yakını su sıkıntısı çekecek. Yaşanan su kıtlığı ise yeni bir savaşın doğmasına neden olacak. Bilim adamları olası su savaşının önüne geçilmesi, varolan su kaynaklarının korunması ve temiz tutulması ile sağlanabileceğini belirtiyor.

Sera gazı salınımı, değişen iklim koşulları önümüzdeki yıllarda tüm insanlığı derinden etkileyecek felaketlerin arasında yer alıyor. Bilim insanları, iklim değişikliğinin zaten olacağını, bu değişikliği durdurmak için çaba harcanacağına değişime ayak uydurmanın daha doğru bir çaba olacağını belirtti.

Verdiğimiz bu felaket örnekleri, aşağı-yukarı herkesin duyduğu, filmlerde izlediği felaketlerin arasında yer alıyor. Öngörülen bu felaketlerin ne zaman olacağı hakkında net ve doğru bir bilginin olmamasının yanı sıra, ekosistemde yaşanan değişimler bu felaketleri biz yaşamasak da gelecek nesillerin bu felaketlerle karşılaşması kaçınılmaz son gibi görünmekte.

Her zaman son sözü DOĞA söyler.

Mevlana derki;

Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim;
Bugün ise bilgeyim, kendimi değiştirdim.

Önce kendimizi değiştirme temennisiyle …