HİÇBİR ŞEY KARŞILIKSIZ KALMAYACAK
21 Haziran 2023, Çarşamba 00:00İnsanın, doğduğundan şu anına kadar içinde öyle çok şey saklı ki, sanki karanlık ve dipsiz bir kuyu gibi her şeyi oraya atar. Aslında insanın en büyük korkularının başında o karanlık dipsiz kuyuya atıp sakladığı, hataları ve vurdumduymazlıklarıyla yüzleşememesi, onun gelişimini ve mutsuzluğunu ortaya çıkartır.
Karanlığın aydınlanmasını sağlamakta senin elinde, o karanlığın içinde kalmak da. Elinde olan o güçle, davranışların, sözlerin ve düşüncelerin senin yolunu çizer. İnsan kusursuz yaratılmamıştır ama mükemmel yaratılmıştır ve bu mükemmelliğe erişebilmesi, hayatını şekillendirmesi için de akıl ve zekâyla donatılmıştır. Ama şunu da gözardı etmemek gerekir ki, insan, hem iyiliğe ve hem de kötülüğe kabiliyetli bir varlık olarak yaratılmıştır. Doğumuyla farklı bir dünyaya göz açarken, korku dolu, her şeye endişeyle ve umutla bakan korunmaya muhtaç, masum ve aç. Açlığı anneye bağımlılığından kaynaklanırken, birkaç yudum sütle doyar, bir küçük oyuncak bozuluncaya kadar zevkle oynarken, büyüdükçe ne yerse yesin, ne kazanırsa kazansın tokluk hissi yok olan, önüne geleni boğan aç kurt kadar hırs ve öfkeyle dolu bir varlık haline gelir. Bu yaradılış gayesinden uzaklaşmasından kaynaklanır. Hep sahip olamayacağı şeylerin peşinden koşar ve elde ettiklerinin kaybolacağı endişesiyle korku yaşar.
İnsan, içinde kalanların esaretini yaşar. Değil mi ki insan, içinden geçenleri söylemeye cesareti yoksa içinde kalanların esaretini yaşarmış. Ama bazı insanlar, söyleyemediklerinin değil, söylemeye tenezzül etmediklerinin, söylesem kar etmeyecek dediklerinin veya söylemek isteyip de söylemeye değer görmediği insanların değersizliğiyle o sözlerin esaretini yaşar. Aslında söylese, esaretten kurtulacak ama daha fazla kırgınlıkların olmamasını istemesinden dolayı ve insanların gerçek yüzlerini kendilerinin anlaması istemesindendir belki de.
Problem şu ki; kişisel yozlaşma, önü alınamayacak derecede çoğaldı. Dolayısıyla bu çoğalma da bir başkasına sirayet ederek toplumsal bir problem haline geldi. İşte bu kişisel yozlaşmadan başlayan toplumsal yozlaşma, her şeyi altüst etti. Kimlikler kayboldu, karakterler yozlaştı. Hiçbir şeye güç getiremezken ego denen illetin esiri olan insanlar, vurdumduymazlığı, sosyal hayattaki yardımlaşmayı ve birlikte yaşamayı öldürdü, herkesi birbirine fevri yaklaşmaya itti.
Kimse kendi iç dünyasını kurgulama derdinde değil, hep bir ötekini kurgulamaya çalışmakta, bilmedikleri hayata müdahale etmekle meşgul. Kimsenin aklına şeref, haysiyet gibi insani ahlak kuralları gelmemekte, bir diğerini kötülerken bunu kendine mubah görerek, hem aşağılamak ve hem de çokbilmişlikle yukarıdan bakmakta. İşte bunlar, toplumu germekte olup, insanları sınırlandırıyor, bölüp parçalıyor ve birbirinden soyutlarken, kutuplaşmayı ortaya çıkartıyor.
Herkes hesabı kitabı çok iyi biliyor ama hesabını veremeyeceği kazançların, davranışların içinde oluyor ve geri dönüşü olmayan sözleri sarf etmekten çekinmiyor. Kimse bilmiyor ki, söylediklerinin ve aldıklarının ne kadarı kendisinin, çünkü akletmiyorlar. Kimse bilmiyor ki, ya da biliyor da ihtiraslarından dolayı görmezden geliyor. Peki, hiç düşündünüz mü, bugün varsınız, ölçüp tartmadan konuştunuz, işinizde hile yaptınız, adaletli davranmadınız, peki bunun sonu nereye varacak, yol ne kadar, yolun sonunda ne var? Aldığınız kadarını bu âlemde vermezseniz, hesabını kolay kolay ödeyemeyeceksiniz.
Unutmayın, kırdığınız kadar kırılacak, söylediğiniz kadarını işiteceksiniz. Hiçbir şey karşılıksız kalmayacak. Çünkü siz, seçilmiş ve her şeye sahip olmayı hak edecek biri değilsiniz. O son gün gelmeden bile bir gün gelir, ipliğiniz çarşı pazar dökülür.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.