Hilâfetin Gücü (1)
15 Ocak 2018, Pazartesi 08:49Hilâfet; Müslümanlara birlik ruhu veriyor, yalnız olmadıklarını hissettiriyor, her ne kadar ülkeleri sömürge durumunda ise de, hilâfet ve güçlü Osmanlı saltanatı sayesinde kurtulacaklarına, bağımsız ve hür olacaklarına, iyi günlerin geleceğine inanıyorlardı. İslâm âlemi için bir ümit ve teselli kaynağı idi. Sömürücü ve kemirici Batı güçleri için ise bir tehdit, bir korku kaynağı idi. Bunu zaman zaman kendileri de itiraf etmişlerdir. Şöyle bir misal verelim:
Gençliğinde Jön Türk ve tabi ki müfrit bir Abdülhamid düşmanı olan, onu tahttan indiren 31 Mart İhtilalının baş aktörlerinden olan ama bazı olayları gördükten sonra hatalarını anlayan ve yaptıkları Abdülhamid düşmanlıklarının vebâlini nasıl vereceklerini düşünen ve iş işten geçtikten sonra büyük bir Abdülhamid hayranı olan, şiirler, eserler yazan Flozof Rıza Tevfik diye ma’ruf kişi şöyle bir hatırasını nakleder:
İhtilaldan sonra Abdülhamid tahttan indirilir ve sürgüne gönderilir. Bunlarda büyük bir zafer kazanmış edası ile aferinler almak, taltif ve takdirler görmek üzere sıkı-fıkı dostları olan! İngiliz elçisi olan Lord Nicholson’un makamına giderler ama çok soğuk karşılanırlar, beklediklerini bulamaz ve aferinler alamazlar. Yıllar sonra İngiltere’de okuyan oğlunu ziyarete gittiğinde eski dostu emekli elçi Nicholson’u da ziyaret eder ve o dönemdeki bu soğuk tavırlarının sebebini sorar. O şöyle cevap verir:
“Biz sizleri teşvik ettik, her yönden destekledik, ihtilal yaptırdık ama saltanat da, hilâfet de yerinde kaldı, hâlbuki biz bunların ilga edilmesini istiyorduk. Çünkü; biz sömürgelerimizde bilhassa Hindistan’da Müslüman kitleleri idâremiz altına alabilmek için, milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Hâlbuki Halîfe yılda bir kez bir selâm-ı şahane, bir de Hâfız Osman hattı Kur’an gönderiyor, bütün İslâm ümmetini hudutsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyordu. Biz ihtilalı Hilâfet ve Saltanatın kaldırılması için yaptırdık, ama neticede ikisi de yerinde kaldı, sâdece oyuncular değişti. İşte bunun için sizi o dönemde soğuk karşıladık” demiş.(1)
Ama sonunda yine muratlarına ulaştılar, kendi Kraliçeleri ve Papaları dimdik ayakta kaldığı halde, bize bu iki kudreti de kendi ellerimizle kaldırttılar. İstanbul’u işgal etmiş, Osmanlıyı bertaraf etmiş, Türk Milletinin de pilini bitirmiş iken, kendiliklerinden çekip gitmeleri, her halde geride kalan ittihat ve terakki kalıntılarından bu iki kudreti silip atma garantisi aldıklarından dolayı olsa gerek.
Rıza Tevfik bu ve benzeri bazo olaylardan sonra aklı başına gelmiş, gerçekleri görmüş, Sultan Abdülhamid aleyhindeki sui niyet ve sui faaliyetleri hususunda tövbe etmiş ve bu tövbesini de “Abdülhamid’in ruhaniyetinden istimdat” isimli şiiri ile perçinlemiş ve o şiirin bir dörtlüğünde şöyle demiştir:
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz
Deli sen değil, sâde bizmişiz
Sâde deli değil, edepsizmişiz
Tükrdük atalar kıble-gâhına
O dönemlerde Hindistan-Pakistan diye ayrılmış değildi. Hindu ve Müslümanlar bir arada yaşıyorlardı. Özellikle Müslümanları ne yapsalar dinlerinden ve halîfelerinden ayıramıyorlardı. William Ewart Gladstone (1809-1898) târihleri arasında yaşamış, birkaç kez İngiltere başbakanlığı yapmış, İngiliz politikasını Osmanlı aleyhine çevirmiş, Hilâfetin ilgası için bütün gücüyle çalışmış, Jön Türkler, İttihatçılar gibi içimizdeki beyinsizleri istediği gibi kullanmış, İslâm’a karşı Hıristiyan birliğini savunmuş ve AB’ın ilk fikir temellerini atmış, Balkan milletlerini aleyhimize kıyam ettirmiş, azınlıkların fikirlerini ifsad edip, milliyetçilik duygularını körüklemiş, kronik Abdülhamid düşmanı bir kişidir.
Hindistan’daki isyan ve ayaklanmaları araştırmak üzere gönderilmiş ve dönüşünde Lortlar Kamarasında eline Kur’an’ı alıp yere fırlatmak ve hilâfetin mutlaka kaldırılması gerektiğini haykırmak sûretiyle: “Bu lânet kitap yok olmadıkça, Avrupa’ya barış gelmez.” demiştir.(2)
Donald Quateer, “The Ottaman Empire” isimli eserinde “Osmanlı Batı tahakkümandeki müstemlekeler için umut kaynağı olmuştu...” demektedir.(3) Bu umut kaynağını bitirmek, kökünden kurutmak yani Osmanlıyı tasfiye etmek gerekir ki; sömürgelerindeki o fakir insanların kanını rahatlıkla emebilsinler. İşte bunu yaptılar.
Dipnotlar:
1- İbrahim Refik, “Geçmişten Geleceğe Işıklar”, Albatros Yay. İst. 2003, s. 86.
2- Taha Niyazi Karaca, “Büyük Oyun”, Timaş Yay. İst. 2011, s. 302.
3- Taha Akyol, Milliyet 22. 08. 2000.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.