HILYE-İ ŞERİFLER (1)
21 Aralık 2015, Pazartesi 08:35
Peygamberimizin vefatından kısa bir süre önce kızı Hz. Fâtıma; “Ya Resûlallah! Senin yüzünü bundan sonra göremeyeceğim” diye ağlayınca Peygamberimiz Hz. Ali’yi çağırmış ve: “Ya Ali! Hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek beni görmek gibidir” buyurmuştur.
İşte bu hadisedir ki “Hilye” türünün ve “Şemâil” kitaplarının doğmasına, gelişmesine, yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Hatta siyer ve mevlid gibi Hz. Peygamber’in hayatı ile yakından ilgili türler de bu hadiseyi kısmen telmih ederler.([1])
“İlk örnekleri 17. yüzyılın sonlarına doğru görülmeye başlanan “Hilye-i Saâdet”, “Hilye-i Nebevî”, “Hilye-i Peygamberî” gibi kısaca “Hilye”ler Peygamber Efendimizin kutsal vasıflarını, saç ve göz rengini, vücut biçimini, tavır ve hareketlerini özellikleriyle anlatan, özel formlarda düzenlenmiş levhalara verilen isimdir. Kaynaklarda açıkça yer almamakla beraber, ilk defa hattat Hâfız Osman (Ö: 1698) tarafından levha şeklinde yazılmış olduğu kabul edilmektedir. ([2])
Sözlükteki sıradan anlamı; “Süs, ziynet, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz” olan Hilyeler, aslında hattat’ın değişik kompozisyonlar uygulayarak ve müzehhibin (süsleyici) de çeşitli tezhip örnekleri göstererek, başka bir deyişle âdeta “ziynetlendirdiği” iddialı eserlerdir. ”([3])
Türk Milleti bu hususta da diğer Milletlerden çok farklı davranmış, Hilye ve Şemâil’lerin en güzel örneklerini vermişler, bunların kenarına yaptıkları tezhib’lerle içindeki Peygamber sevgisinin ne kadar derûnî (içten) olduğunu ispat etmişler, bugün bile ecnebileri hayran bırakan harika eserler meydana getirmişlerdir.
Her eve, her dükkâna ve iş yerine bunları, en azından birini asmışlardır. İslâm inançları yönünden sağlam temellere oturmamakla beraber; iyi niyetleri ve Peygamber’e olan muhabbetlerinin neticesi; bunların asıldığı evlere bela ve musîbetlerin gelmeyeceğine, o evde bolluk ve bereket olacağına, hâne halkının huzur ve mutluluk bulacağına inanmışlardır. Bunları muska yapıp yanlarında taşımışlar, her zaman Peygamberi ile beraber olmayı istemişlerdir. Hatta Hilye ve Şemâilleri ezberleyerek Hz. Peygamberi rüyada görebilmek için, her gece yatarken okumayı âdet edinenler bile olmuştur. Cephelerde hayatının baharında dini, vatanı ve milleti feda-yı can edip şehit olan Mehmetçiklerin koynundan Kur’an cüzleri veya bunlardan biri çıkmıştır.
Hilye-i Saâdet özetinden:
“Hazreti Peygamberin boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa, ne düz uzun saçlı, saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvarlak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi. İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu arasında "Nübüvvet Mührü" vardı. Bu Onun sonuncu peygamber oluşunun nişânesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en arkadaş canlısıydı. Kendilerini ansızın görenler Onun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, Onu her şeyden çok severlerdi.
Oturuş tarzları: Peygamberimiz kimseye darlık vermemek için, ashab içinde ayaklarını uzatıp oturdukları vaki değildir. Umûmiyetle kıbleye müteveccih otururlardı. Yanlarına gelen misafirlerin altına çoğu zaman sırtlarındaki abayı serer ve otururlardı. Bazen de misafirlerine kendi minderlerini verirlerdi.
Konuşmaları: Peygamberimizin konuşmaları tatlı ve tesirli idi. Söz söyledikleri zaman gür ve yüksek sesle, kelimeleri tane tane söylerdi. Hatta dinleyenler sözlerini ezberleyebilirlerdi. Sözlerini umumiyetle üç defa tekrar ederler, konuşma esnasında başını yukarıya kaldırırlardı. Kimseye fena söz söylemez ve kimsenin sözünü kesmezdi. Boş söz asla konuşmazlardı.
Peygamber daima düşünür ve sükûtu ihtiyar ederlerdi. Lüzum hâsıl olmadıkça konuşmazlardı. Konuştukları zamanda her kelimeyi açık ve fasih olarak söylerlerdi. Elleriyle işaret ettikleri zaman bütün kolunu kaldırırlardı. Bir şeye taaccüp edince elini içeri çevirirlerdi. Bazen bir şey söylerken iki elini birbirine çarparlardı. Söz esnasında lâtîfe yaparak, gözlerini öne indirirlerdi. Nadiren güler, fakat ekseriya tebessüm ederlerdi. Bazı rivayetlere göre de Peygamberimiz hiçbir zaman kahkaha ile gülmemişlerdi. Resul-i Ekrem hiddetli hallerinde de, normal zamanlarında da dâima hakkı söylerlerdi. Kendileri güzel konuşurlar ve güzel konuşmayanlara da iltifat etmezlerdi. Konuşulması ve anlatılması gereken bazı şeylere kinâye yolu ile işâret ederlerdi. Kendileri sustukları zaman ashab konuşurlardı.
Dipnotlar:
1-İskender Pala, “Hilye-i Saâdet”, T. D. V. Yay. Ankara, 1991, s. 2.
2-Mustafa Uzun, “İslâm Ansiklopedisi”, T. D. V. Yay. İst. 1998, c. 18, s. 47.
3-İskender Pala, a. g. e. s. 1; Erol Özbilgen, a. g. e. s. 569.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.