Hoca (1)
25 Kasım 2015, Çarşamba 08:31Bir Miraç Gecesi Sultanahmet Camii vaizi ile Feylesof Rıza Cami avlusunda karşılaşır. Vaiz: "Rıza Bey Miraç hadisesi cismen mi ruhen mi vâki oldu, sizin görüşünüz ne" diye sorar. O şöyle cevap verir:
Bana sual sorma cevap müşkildir
Her sırrı ben sana açamam Hocam
Hak'kın hazinesi darı değildir
Cami avlusunda saçamam Hocam
Kayd-ı Ahiretle düşmem mihnete
Ben burda memurum şimdi hizmete
Hayvan otlatırken gidip Cennet
Sana hulle donu biçemem Hocam
Miracı anlatma eşek değilim
Bildiğin kadar da melek değilim
Günahkâr insanım ördek değilim
Bu ağır gövdeyle uçamam Hocam
Halka korku verme velvele salıp
Dünya ve Ahiret bu köhne kalıp
Ben softa değilim cübbemi alıp
İmaret imaret göçemem Hocam
Feylesof Rızayım dinsiz anlama
Dini ben öğrettim kendi babama
Her ipte oynadım cambazım amma
Sırat köprüsünü geçemem Hocam
Hoca, Hâce; Farsça bir kelimedir. Efendi insan, iyi insan manasınadır. Günümüzde din görevlisi, öğretmen, öğretim görevlisi… kişiler için kullanılır.
İslâm ilim ve irfan dini olduğu için, onu öğreten kişiler de onun nazarında çok değerli, çok kıymetli kabul edilmiş, Hz. Ali: “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” buyurmuştur. Fıkıhta hoca hakkı ebeveyn hakkında üstün kabul edilmiştir. Âlimle, ilimle, öğreten ve öğrenenle ilgili yüzlerce ayet ve hadis vardır. Hz. Peygamber: “Âlimler peygamberlerin varisleridir”([1]) buyurarak konunun hassasiyetine dikkat çekmiştir.
Her ne kadar yukarıda ilimle ilgili her meslek mensubu için “hoca” sıfatı kullanılıyor ise de, genelde ilk akla gelen din görevlileri olmaktadır. Ötekilerin başka sıfatları da vardır. Muallim, öğretmen, öğretim görevlisi vb.
Nefislere hoş gelen şeyleri şeytan, nefis terbiyesi ile ilgili şeyleri de peygamberler söylemişlerdir. Bu sebeple nefis ve şeytanın oyuncağı olan kişiler tarafından peygamberler için kötü şeyler söylenmiş, eziyet ve işkenceler edilmiştir. Günümüzde de aynı olumsuzluklar hocalar yani din görevlileri için söz konusudur.
İlmin hükümran olduğu dönemlerde peygamber vekili bu adamlara hak ettikleri hürmet ve ta’zim yapılmış, el üstünde tutulmuş, camide bile ayaklarına kalkılmış,([2]) fetvaları ile amel edilmiş, cemiyetin en itibarlı kişileri olmuşlardır.
Osmanlının son dönemlerinde bile bu saygının hangi radde de olduğuna bir misal: Yesari Asım Arsoy hocasına son derece bağlı imiş, bunu anası kıskanmış ve bir söz esnasında “O aslanı ben doğurdum” deyince hocası da “Sen doğurdun ama ben yoğurdum” demiştir.([3]) Ama sonradan devran değişmiş, köprünün altından çok sular akmış ve bu sınıf cemiyetin en horlanan insanları olmuşlardır.
Doğumunda-ölümünde, nikâhında-düğününde, derdinde-devasında, imanında-ibadetinde hocalara muhtaç olduğu halde, yine de en fazla onlar aleyhinde konuşuluyor, onlar aleyhinde fıkralar, yalanlar, iftiralar, hakaretamiz darb-ı meseller uyduruluyor, cemiyetin günah keçisi telâkki ediliyor.
Dar zamanlarda öne sürülür, tehlikeli anlarda geçit onlara yoklatılır, bollukta yüzlerine bakılmaz ama, darlıkta onlardan medet beklenir, yardım istenir. Neyzen Tevfik’in şu beyti ne kadar gerçekleri yansıtıyor:
Zalim idbara düşünce dinden istimdad eder
Adile fırsat düşerse kinden istib’ad eder
Dipnotlar:
1- Keşfü’l Hafâ, c. 2, s. 84 (1751).
İdbar: Sıkıntılar, İstimdat etmek: Yardım istemek, İstib’ad etmek: Uzak durmak.
2- İsmail Hâmi Dânişmend, a. g. e. c, 1, s. 164; Ferhad Koca, “Molla Hüsrev” TDV Yay.
Ank. 2008, s. 78.
3- İbrahim Refik, “Tarihin Meçhul Tanıkları” Kaynak Yay. İst. 2008, s.234.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.