HOCA (2)
25 Kasım 2016, Cuma 07:34İstiklal Savaşı yıllarında her yönden kendinden istifade edilen Akif ve benzerleri, sonraki yıllarda en büyük hakaretlere, eziyetlere, sürgünlere… duçar olmuşlar, ama Hatay’da referandum söz konusu olunca, inançlı halkı ikna etmeleri için Türkiye’den hocalar, tarikatçılar, şeyhler getirilip konuşturulduğu gibi, Mehmet Akif Merhumda sürgünde olduğu Mısır’dan getirilip propaganda yaptırılmıştır.([1]) Rahmetli Neyzen’de her halde bu ve benzeri tutumları görünce o beytini söylemiştir.
Timur geçtiği yerleri yakıp yıkarak Anadolu içlerine doğru gelmektedir. Akşehir’e yaklaşınca, rivayete göre([2]) halk korkmuş ve Nasrettin Hoca’ya müracaat ederek, illaki bunun zulmünden kurtulmak için bir formül bulmasını istemişler. Hoca kurtulamayacağını anlayınca 15 sarık, 15 cübbe istemiş. Timur’un geçeceği yol üzerinde birbirine yakın iki ağacı yarı yerinden kestirip üstüne çıkmış, kollarına da birer ağaç gerdirip, o sarık ve cübbeleri de birbirine ulatıp giyince dev gibi bir adam olmuş.
Timur’un öncüleri gelince; “Durun artık! Size buraya kadar müsaade ediyorum, bundan öteye geçmeniz caiz değildir, dönün…” gibi sözler söyleyince; öncüler korkmuş ve geri dönüp durunu Timur’a haber vermişler. Akşehir’de böyle bir nüktedan hocanın olduğunu önceden duyan Timur yaklaşmış ve en iyi okçularını çağırıp, ellerinin uçlarına nişan alıp atmalarını emretmiş. İkinci olarak ayaklarının altlarına ve son olarak da sarığının üst kısmına atış yaptırıp sonra sormuş; “şimdi söyle bakalım sen kimsin?” diye. Hoca özür dilemiş ve gerçeği söylemiş.
Nükteler yapıp Timur’u güldürmüş, Timur delinen cübbe ve sarıkların yerine yenilerinin verilmesini emredince hoca; “bir takımda içe çamaşırı vermelerini” istemiş. Timur; “ben ona bir şey yaptırmadım” deyince Hoca; “haklısın sultanım ama ona da ben yaptım!” demiş.
Osmanlının son dönemlerinde bile bu sınıfa olan saygı ve hürmeti dile getirmesi açısından şu vakıa da çok ibretli:
Sultan Abdülmecid’in oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi, Galatasaray Lisesinde okurken, ben şehzadeyim havasıyla izin almadan sınıfı terk eder. Hocası Fehmi Efendi ona iki hafta sonu okulda kalma cezası verir. Şehzade bu cezayı çektiği halde, Okul müdürü hocadan “hocam lütfen affedin, cezasını çekti” dediği halde, hoca talebeyi sınıfı almamakta ısrar eder. Neticede çocuğun babası, yani koskoca Osmanlı Devletinin Sultanı gelir ve “Ömer Faruk ellerinizi öpsün de affedin hocam” der.
Bunun üzerine babasının ve arkadaşlarının huzurunda elleri öpülen hoca ona şöyle der: “Sen böyle lâf dinlemez, mağrur bir adam değil, herkesten daha iyi huylu, daha dikkatli ve daha çalışkan olmalısın. Çünkü tarihin itişiyle bir gün bu ülkenin Padişahlığına getirilirsen, herkes seni kendisine örnek alacaktır!..”
Şehzadeler bu okulda bütün imtiyazları kaldırılmış yani diğer talebelerden hiçbir farkı olmayan kişiler olarak okurlardı.([3]) Günümüzle kıyasını değerli okuyucularıma bırakıyor ve son fıkramızı arz ediyorum:
Medreselerin, tekkelerin, türbelerin, dergâhların, Kur’an yuvalarının… kapatıldığı ve buralarda okumuş olanların açlığa ve sefalete terk edildiği dönemde, bir köye tilkiler tadanmış ve vatandaşın tavuklarının neslini kesmişler. Köylü son derece hiddetli, tilkileri yakalamak için ne gerekli ise yapmışlar ve birini yakalamışlar. Köy meydanına toplanmışlar, verilecek ceza çeşidi hususunda münakaşa ediyorlar. Kimisi diri diri derisini yüzelim diyor. Kimisi benzin döküp yakalım diyor. Bir başka gurup aç ve susuz günlerce bekletelim diyor…
Aralarında anlaşamayınca; “ilerden başı sarıklı bir molla geliyor, en iyisi cezayı ona kestirelim” derler ve gelen Hoca’ya durumu söyleyip cezayı onun vermesini isterler. Hoca sırtındaki cübbeyi çıkarıp tilkinin sırtına atar, başındaki sarığı da tilkinin başına ve boynuna dolayıp salıverir, tabii ki tilki kaçar gider. Adamlar pür hiddet hocanın üstüne yürürler ama hoca der ki; “ben ona dünyanın en büyük cezasını verdim. Sırtında o cübbe, başında da o sarık olduğu müddetçe nere gitse artık yüzüne bakan olmaz” der(!).
Dipnotlar:
1- Mustafa Armağan, “Tarihimizle Hesaplaşma”, Profil Yay. İst. 2007, s. 24.
2- Bunlar fıkradır nihayet. Timurla Nasrettin Hoca’nın yaşadığı tarihler aynı dönem değildir.
3- Orhan Karaveli, “Sakallı Celal”, Pergamon Yay. İst. 2004, s. 26.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.