HOŞ GÖRÜ SINIRSIZ MI?
03 Temmuz 2019, Çarşamba 09:20İnsanın, dünyanın, tüm varlıkların bir sınırı vardır. Yani aklı başında olan herkesin düşününce rahatça bulabileceği bir durum aslında.
Sınırsız bir hürriyet var mı? Ya da şöyle bir soru yöneltelim. İnsan başıboş mu yaratılmıştır? Sınırsız bir hürriyetin olmadığını biliyoruz. İnsan da elbet başıboş yaratılmamıştır.
Evvela şunu anlamak lazım. Hoşgörü demek her şeyi normal karşılamak mı demektir. Eğer her şeyi normal karşılayan bir zihniyet durumu ise; isteyen istediği gibi sınırları zorlayarak her istediğini yapacak mıdır?
Sınırı olmayan ve toplumda hassasiyet oluşturan durumlar karşısında hoşgörüyü; sınırsız bir tavizler zinciri olarak mı görmek lazım?
Sınırı olmayan bir tavizler zincirinde her isteyen toplumsal değerler başta olmak üzere her şeyi, her kuralı ya da her akideyi aklı evvel bir üstünlük taslayarak zorlamalı mı?
Hoş gördüğümüz bir hata, yıkılan ya da yıkılmaya çalışılan üzerine oynanan, toplumsal değerler manzumesi bu durumdan sürekli zarar görüyorsa, biz toplumda hoş görü toleransını devam ettirip hatta hiçbir şekilde eleştirisel bir yaklaşımda dahi bulunmayıp hoş görü kabuğunda kalmaya devam etmeli mi?
Toplumu ayakta tutan değerlerin yıkılması, nesillerin bozulmasına yol açacaksa, nesillerin ruhu ayaklar altına alınacaksa hoş görü zırhına bürünüp göz göre bazı kepazelikleri görmezden gelemeyiz.
Kamu ahlakı ve kutsal aile değerleri gibi toplumun olmazsa olmazı olan bu yüksek hassasiyet yüklü gönül varlığımızın korunması elbette tüm toplumu ilgilendiren hususlardır.
Sadece yaşayan insanların değil, hukukunda toplumu ayakta tutan değerlerin korunmasında hükmü iradesi olması gerekir.
Yıkılan ve ayaklar altına alınan değerler gittikten sonra sen ne kadar hoş görü /boş görü kavramlarına sarılırsan sarıl bedenden çıkan ruh bir daha gelmeyeceği gibi, değeri olmayan/koruyamayan toplumlarında, kendilerini, kültürlerini ayaklar altında ezdirip başkalarına kul köle olduktan ve iş işten geçtikten sonra, sığındığın o kavramların sana hiçbir faydası olmayacaktır.
Benim çevremde gördüğüm ve en çok rahatsızlık duyduğum görüntülerin başında bu toplumun nadide çiçekleri olacak olan ve aile saadetinin bekçisi olması gereken evlatlarımızın hiçte hoş görü ile bağdaşmayacak olan halleridir.
Mesela; Kumarhane bataklığına veya içki müptelasına kapılan/giden yolda oralarda vakit öldüren/eğlenen /eğlendiren bir insana elbette tepeden bakarak bir tekmede biz atmayacağız. Ona dinlerse nasihat ve tebliğde bulunacağız. Onu topluma kazandırmada, yaşayanların ve devlet kurumlarının görev, sorumluluk ve yetkisi olmalıdır/vardır diyorum.
Ancak bu tip kepaze hanelerin de varlığı karşısında hoşgörülü olacağız diye; bunları, zararlarını, toplumu tehdit eden yönlerini, yıkıcı etkilerini, insanları yanlışa ve bunalıma sürükleyecek durumlarını dillendirmekte bizim görevimiz olmalıdır.
Sadede gelecek olursak; etrafımızda bilerek ve hiç sıkılmadan giyim kuşam örf ve adetlerimize aykırı giyinenlerin tabir caizse göbek şov meraklılarının/militanlarının arttığını görüyoruz. Niçin böyle bir şeye ihtiyaç duyulur ki; sanki yaşadığı toplumun değer yargılarına aşina değilmiş gibi davranıp yıkıcılığı meslek edinir.
İnsanları sevmek, onlara saygı beslemek, yanlışları dile getirmek toplumsal barışı korumak elbette görevimizdir.
Ancak ben hoş görülü olacağım diye bana zararı olan durumlara da bakar kör olmamam lazım. Yani bir şeye olan sevgimiz bizi kör etmemeli.
Eğer ayıpları görmezden gelir ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın dersek ki zaten öyle yapıyoruz, maalesef aradan geçen az bir zaman zarfında o eleştirdiklerimizin hayatımızın bir parçası olduğunu göreceğiz.
İnsanların hayatlarını tahkir eden, kırıp dökmeye çalışan kısaca mayın tarlasını andıran durumlara ne yapalım canım hoş görülü davranalım diye züğürt tesellisine kapılacak olursak, zaten bitme noktasına getirilmiş olan aile kavramından artık bahsetmenin hükmü kalmayacaktır.
Kedi köpek sevgisinin insan sevgisini bastırdığı deccal-meccallerin gırla gittiği ve her şeyin yıkılmasına müsamaha edildiği bir ahir zaman ortamında; cennete giden yolları mayın tarlalarına dönüştüren ve benim dinimle alay edip dalga geçen küçük züppeleri benim hoş görü mesabesinde karşılamam benim sınırlarımı kendi adıma zorlamaktadır.
Geleceğimizle ilgili hem iç hem de dış surların yıkıldığına şahidiz.
İnsanlar gerçekten ruhen bunalımda. Daha geçen birisi kendi arabasını (İstanbul’da) herkesin gözü önünde dövüp tekmeliyor zarar veriyor.
“Çocuklar artık yalan söylemeyi çok rahat öğrenebiliyor. Negatif etkilenmeye günümüzde yoğun şekilde maruz kalıyoruz. Toplumun koruyucu yönünün kaybolmasıyla dış surlar yıkıldı, iç surlar kaldı. İç surların muhafazasında ise kişilere önemli görevler düşüyor. Bireysel gayretler çok önemli “ diyor Prof.N. Tarhan.
Peki, yanlışta ısrar etmenin mantığı ne? Surlar bile bile yıkılıyor, görüntü kirliliği ortamı bozmaya ve şeytanlara cirit attırmaya devam ediyorsa, aile terbiyesi, saygı sevgi ailede, okulda şurda veya burada hiçbir şekilde kazandırılamıyorsa; her şeyde tersine bir evrilme, tersine bir kırılma ve içe dönük boşluklar alabildiğince seyrediyorsa; bizde bu durumu oturup hoş görü diye seyredelim mi? Ya da devlet bir koruyucu ve taşıyıcı ruhu kazandırma adına; aile sağlığı, kamu ahlakının korunması, aile terbiyesinin kazandırılması veya kişiye yüklenen sorumluluklar vs. bu hususta ne yapmalı ki; bu yıkımı önleyecek bir bent oluşturabilsin.
Biliyor musunuz sel o kadar şiddetli ki; en şiddetli depremden bile daha sarsıcı.
Cinsiyet ideolojisine dönüştürülen feminizmin sarsıcı yıkıcı ve aile faciasına yol açan vesveselerini korumak ve kendi elimizle yıkıma zemin hazırlamak sizce mantıklımı
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.