HOŞGÖRÜ - MÜSAMAHA
18 Aralık 2016, Pazar 10:39Bir dem varur mescitlere,
Yüz sürer anda yerlere,
Bir dem varur deyre girer,
İncil okur ruhban olur.
Bir dem gelir İsa gibi,
Ölmüşleri diri kılar,
Bir dem girer kîbr evine,
Firavun ile Hâmân olur.
Dini, dili, rengi, soyu, ırkı, cinsi, ismi, sıfatı ne olursa olsun önemli değil, değil mi ki; Allah(c.c.) onu insan olarak yaratmış, kulum demiş, bu yönüyle değerlidir, kıymetlidir. Ayet ve hadislerde; “Allah Müslümanları eşref-i mahlûkat olarak yarattı” demiyor, “insanı eşref-i mahlûkat yarattı, yeryüzünün halifesi kıldı”([1]) deniyor. Bu sebeple inananlar çok değerli, çok kıymetlidir ama, inanmayanlar da Allah’ın kuludur. Onların da hak ve hukuku vardır. Allah Resulünden mülhem Hz. Mevlânâ insana bu gözle baktığı için bugün hâlâ dillerden düşmüyor, akın akın herkes ona geliyor ve “gel” davetine icabet ediyor.
Bir cenaze geçiyormuş, Peygamber Efendimiz ayağa kalkmış, “ya Resulallah o Yahudi cenazesi” demişler, Efendimiz; “olsun insan değimli?”([2]) buyurmuş. Habeşistan’dan gelen Hıristiyan heyete, Mescid-i Nebevî’nin içinde ibadet (ayin) yapma müsaadesi vermiş,([3]) Mescidinin bir köşesine küçük abdestini bozan insana bağırıp hatırını kıranlara “bir kova su dökün temizlensin, adamın hatırını kırmayın”([4]) buyurmuş. Çünkü insan gönlü beytullahtır. Galip Dede’nin tabiriyle o kâinatın göz bebeği ve en değerli varlığı olarak halk edilmiştir:
Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.
Müslümanlar insana tarih boyu hep bu gözle bakmış ve onun hukukunu kutsal bilmiştir. Bu hususta hatalar yapılmış ise İslâm’ı iyi anlamayan, Peygamberini iyi bilmeyen kişiler tarafından yapılmıştır.
Müslümanlar ve asırlardır onların bayraktarı ve temsilcisi olan Osmanlı, idaresi altına aldıkları yerlerde, milletlerin dinini, dilini, örf ve geleneklerini zorla değiştirmemiştir, Meselâ; Osmanlı 600 sene kaldığı Balkanlar’dan çekilir çekilmez dinî ve millî her şeyleriyle Balkan milletleri ortadadır. Ama Asya’da, Afrika’da hele hele Güney ve Kuzey Amerika’da bugün birçok millet kendi dillerini unutmuşlar İngilizce, Fransızca, İspanyolca konuşmaktadır. Portekiz minyatür bir devlettir ama ondan 100 kattan daha büyük olan Arjantin, Brezilya gibi devletler Portekizce konuşmaktadır.([5])
Bunu şuradan da anlayabiliriz ki; Ortaçağda dünya kendilerine dar edilen Yahudiler, sığınacak hiçbir yer bulamamış, ancak Osmanlı diyarına iltica edebilmişlerdir. Bırakalım Yahudileri, Hıristiyanlar kendi dinlerinin farklı mezhebindeki insanlara bile Osmanlı kadar hoşgörülü olamamış ve Osmanlıdan fazla onların kanını dökmüştür.([6])
Osmanlıda da bu hususta bağnaz ve yobaz davranan devlet ricali genelde dönme denilen gayri Müslim menşeli idareciler olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman bunlardan birisi ile saray bahçesinde gezerken, Vezir azınlıklara ve küffara daha sert davranılmasını, müsamaha gösterilmemesini söyleyince, Kanuni ona tek renkli sarıçiçekleri ve çok renkli hercai gibi çiçekleri gösterip “hangisinin daha güzel olduklarını” sormuş vezir çok renklileri gösterince; “işte azınlıklar da bu milletin farklı renkleri, onlara neye zulmedelim” demiştir.([7]) Yükselme döneminde İstanbul aynen bugünkü Kutsal Şehirler Mekke ve Medine gibi her tür insanın bulunduğu, her renk ve kıyafetin giyildiği, her dilin konuşulduğu mozaik bir şehir durumundadır.([8])
Osmanlı Devleti ve Türkler hakkındaki araştırmaları ile tanınan İsviçreli İlahiyat Profesörü Karl Bahth (1886-1968) 1924 de yayımladığı “Tanrı’nın Dünyası ve İnsanın Dünyası” adlı kitabında Türklerin hoşgörüsünü ve mağdurlara yaklaşımını şu ifadelerle ortaya koymaktadır: “Eğer Türkler egemenlikleri altına aldıkları milletlere, Hıristiyanların yaptığı gibi zorla İslâmiyeti kabul ettirselerdi, buna kimse itiraz edemez, böylelikle bugün ne Ermeni sorunu ne Girit sorunu ve ne de Doğu sorunu olurdu. Oysa Türkler bunu yapmadılar. Herkesin kendi tarzında ibadet etmesine izin verdiler. Böylece Hıristiyan Avrupa’nın bizzat Hıristiyan kanı döktüğü ve inançları değişik olanlara vahşice zulümler yapmaktan zevk aldığı bir dönemde, Osmanlı İmparatorluğu engizisyonun, yakmaların, büyücülük suçlamalarının bulunmadığı tek ülke oldu. Hıristiyanlar tarafından her yerden kovulan, eziyet gören ve izlenen Yahudilerin sığınabileceği tek ülke de barbar(!) Türkiye olmuştur”([9])
Endülüs sarayında elçiler rahat ibadetlerini yapsınlar diye kiliseler yapılmış,([10]) Selçuklu sultanları aldıkları gayri Müslim kadınlar için sarayda kilise yaptırmışlar,([11]) Osmanlı sultanları bu kabilden sultan eşlerinin dinine katiyen müdahale etmemişlerdir.
Bu hoşgörü hususunda birazda ifrata kaçılmış ki; 623 yıllık Osmanlı Devleti zamanında göreve gelen 215 sadrazamdan ancak 78’i Türk asıllı olmuş, geri kalanı azınlıklardan ve dönmelerden oluşmuştur.([12])
Mürşidin biri talebesinin birini çok severmiş. Kıskanmışlar hoca; “birisi size kötülük yapsa ne yaparsınız” diye sormuş. Birincide affederiz... İkincide affederiz... Üçüncüde bizde ona yaparız demişler. Çok sevilen talebeye on defa sormuş hepsinde affederim demiş sebebini sormuşlar “çünkü ben kötülük yapmasını bilmem” diye cevap vermiş.
Dünyada böyle insanlar vardır, eksik değildir, özellikle evliyaullah bu ahlaktadır. Dünya bunların yüzü suyu hürmetine durmakta, kıyamet kopmamaktadır. Fakat şöyle insanlarda vardır:
Doğuda, köy halkı camide namazda iken Allah’ın mabedini basıp, 41 kişiyi öldüren insanlar, yargılanmak üzere getirildikleri mahkeme kapısında; “Yaşasın kötüler ve kötülükler” diye slogan atmışlar ve zafer işareti yapmışlardır.([13])
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi, 30.
2- Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 473(1543).
3- Muhammed Hamidullah, “El Vesâikus-Siyasiye”, Beyrut 1985, s. 61.
4- Buhari, Kitabül Vudu.
5- Banu Avar, “Hangi Avrupa”, Truva Yay. İst. 2008, s. 265-270.
6- Sandor Takats, “Macaristan Türk Aleminden Çizgiler”,1000 Temel Eser, İst.1970, s. 28.
7- Erhan Afyoncu, “Yavuzun Küpesi” Yeditepe Yay. İst. 2010, s. 84.
8- Kral Abdullah “Biz Osmanlıya Neye İhanet Ettik?”, Klasik Yay. Amman 1989, Terceme
Halit Özkan, s. 17.
9- Gürbüz Evren, “Bütün Dünya Dergisi”, (Başkent Ünivers. Kültür Yayını) 2008/04, s. 38.
10- Mehmet Özdemir, a. g. e. s. 114.
11- Eva de Vitray, “Konya Hz. Mevlânâ ve Sema”, T.C. Kültür Bakanlığı İl Kültür
Müdürlüğü Yay. Konya. s.66.
12- Tarih ve Medeniyet Dergisi, İhlas Yayınları, sayı 36, s. 45.
13- 25. 04. 2010 Tarihli basın ve medya.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.