İBADET-1
23 Haziran 2017, Cuma 08:11Bî-namaz deyip beni Hak’tan uzak gören,
Sığmaz senin hayâline mihrâb-ı minberim.
Sen sâde beş vakitte anarsın Allahını,
Ben her zaman onunla emin ol beraberim.
Neyzen Tevfik
İbadet; yaratanı hatırlayıp, onun huzurunda durmaya denir. İnsanın yaratılış gayesi budur, eşref-i mahlûkat olmasının sebebi de budur. Onu hayvanlardan tefrik eden de budur. Rabbimiz: “Duanız olmasaydı Rabbiniz size ne diye değer ve önem verecekti?(vermezdi).”(1) buyurur.
Bilinçsiz, tefekkür ve tezekkürsüz, kuru kuruya, alışkanlık icabı, sadece ibadet vakitlerinde yapılan ibadetin, hatırlanan yaratıcının, beyitte de olduğu gibi fazla kadr ü kıymetinin olmayacağı dile getirilir.
Hz. Ali: “İlimsiz ibadette, tefekkürsüz tilâvette hayır yoktur.” buyurmuştur.
“Allah’tan korkan günahkâr, ibadetlerine güvenen abitten daha iyidir” Sadi
Buradan şunu anlıyoruz: İbadetler, dualar, tespih ve tenzihler… Yaratıcının verdiği sayısız nimetlere bir teşekkürdür. Yoksa yapılana bir fatura kesip, karşılığında şunu isterim, bunu beklerim… demek değildir. Yahudi ve Hıristiyanlıkta ibadetler mutlaka mabette ve bir din görevlisinin delaletinde yapılabilir. Özel günlerde ve özel elbiselerle yapılabilir. Hele Yahudilikte; ibadet ederken Tallit, Tzizith, Arba Konfoth vb. isimli giysiler giyilmesi şarttır. Yahudiler Kipa giymeden ibadet ve dua yapamazlar. Ama İslâm’da böyle bir şart yoktur.
Osmanlı içinde yaşayan azınlıkların dinine ve inancına asla müdahale etmemiş, Müslüman olmaları için asla onları zorlamamış, örf adet ve gelenekleri hususunda onları serbest bırakmıştır. Elçiler için saraylarda, yolcular için kervansaraylarda kilise ve havra yaptığı bile olmuştur. Çünkü onların nazarında muharref bile olsa bir dine mensup olmak, dinsizlikten daha iyidir. Zindanlarında bile gayri Müslimler için ibadethaneler yapıldığı, Osmanlıların çalıştırdıkları esirlere gündelik para verdikleri, ama o zavallıların kazandığı bu paraları zindanda görev yapan veya belli günler dışarıdan zindana gelen papazların günah çıkartırız diye ellerinden aldıklarını ecnebi seyyahlar yazmaktadır.(2)
Bizim Peygamberimizin tavsiyesine göre: Kişinin anne veya babası gayri Müslim olsa, ibadet etmek için kiliseye ve havraya gidemese, gerekirse evladı onu sırtında oraya götürmekle yükümlüdür.
Çok ibadet eden, birazda ibadetine güvenen bir derviş sık sık Allah’dan mutlak adalet istermiş. Ahir ömründe bir iftiraya uğramış ve kazığa oturtulmak üzere götürülürken “Ya Rab bir ömür senden adalet istedim ama sonunda neye uğradım” deyince bir nida geliyor: “Sen istedin bende verdim. Sen delikanlı iken sinekleri toplu iğneye dizerdin, bende adalet verdim sende dizileceksin...” Dolayısıyla biz Cenâb-ı Allah’dan mutlak af isteyeceğiz, mutlak adalet istersek misalde olduğu gibi biz zararlı çıkarız.(3) Bu sebeple insan ibadet edecek ama, yaptığı ibadetlere güvenerek, cennetlik olduğu veya Allah’ın sevgili kulu olduğu zannına kapılmayacak. Belki de yaptığı ibadetlerin hiçbirisi kabul edilmemiştir. Edip-etmemek Allah’a mahsustur.
Dipnotlar:
1- Furkân Sûresi, 77.
2- Stephan Gerlach, “Türkiye Günlüğü”, Kitap Yayınevi, 2007, İst. s. 34.
Aşk odu: Aşk ateşi, Erenler: Evliyalar, Zahir: Görünüş, Mest: Sarhoş, Ruz-i elest: Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değimliyim” diye soracağı gün, Dürdane: İnci, Mahir: Maharetli,
3- Ö. Tuğrul İnançer ile “Gönül Sohbetleri”, Sufi Yay. İst. 2010, s. 56.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.