İDEALLER ? MEFKÛRELER (1)
26 Kasım 2016, Cumartesi 11:28Atlarımız aldan, kırdan, yağızdan
Akıncılar kopmuş gelmiş Oğuzdan
Küçüklü büyüklü hep bir ağızdan
Dünyaya söylenir türkümüz bizim
Üstümüzde üç kıtanın kayıdı
Tarih dizimizde doğdu büyüdü
Duymamışken medeniyet neyidü
Garba ışık verdi Şarkımız bizim
Kanundur değişmez dünyanın seyri
Kimsenin kimseye dokunmaz hayrı
Savaştan yılmayız; Allah'tan gayrı
Hiç kimseden yoktur korkumuz bizim
Tarihçi Vahit Çabuk; “Osmanlı maddi güç bakımından geçmişte Roma İmparatorluğu, günümüzde de ABD ile kıyaslanabilir” diyor. Gerçekten 600 senelik tarihinin yarısını dünyanın süper gücü olarak tamamlayan Osmanlılar, çok farklı insanlarmış. İtalyan Oryantalist Anna Masala şöyle demiştir: “Siz Türkler hazine sandığının üzerine oturup dilencilik yapan insana benzersiniz”([1])
Çok doğru bir teşbih, son derece gerçekçi bir tespit. Bizi bizden iyi tanıdıkları için doğruyu ve hakkı söylüyorlar. Biz ne kendimizi nede hakkıyla dedelerimizi tanımaktayız. Benzetmede olduğu gibi altımızdaki definenin farkında değiliz ve dileniyoruz. Aziz ceddimiz, necib dedelerimiz, asil ecdadımız ideal ve mefkûre insanları imiş. Öyle olmayanlar yani gayesiz ve mefkûresiz insanlar zaten yükselip yücelemez.
ABD’nin 5 yıldızlı yani ender generallerinden Mc. Arthur şöyle demiştir: “İnsanoğlunu ihtiyarlatan geride bıraktığı yılların çokluğu değil, ideal yokluğudur. Yıllar cildi buruşturur ama, idealsizlik ruhu öldürür.” Montaigde’de; “Gideceği limanı bilmeyen gemiye hiçbir rüzgâr fayda vermez.” diyor. Hedefi olmayan insanlar ve devletler büyüyemez. Rotası olmayan gemiler hedefe varamazlar. İdeali olmayan insanlar gibi.
Şu anda Konya’nın en güzide camilerinden birinde görev yapan ve yıllardır kıldırdığı Hatimle Teravihler sayesinde, gönüllerde haklı bir yere sahip olan Ünver Hoca isimli kardeşimiz, ta hafızlığa çalışırken, 13-14 yaşında bir çocukken; “ben ilerde Kapu Camiine imam olacağım” dermiş. Yani hedefi belirlemiş ve vasıl olmuş.
Ceddimiz Osmanlının da hedefi büyük, gayesi aziz, mefkûresi mübarek olduğu için Allah onları başarıya ulaştırmış ve bugün mirasyedileri olarak öğünmekle iktifa ettiğimiz şanlı bir tarih, azim bir devlet, gerçek bir medeniyet bırakmışlardır. Onlar gaye ve ideallerini şöyle dile getirirlermiş:
Gayemiz Allah’dır
Liderimiz ve önderimiz Resûlullah’dır
Yolumuz İslâm’dır
Hayat prensiplerimiz Kur'an’dır.
Cihat bizim sanatımızdır.
Allah yolunda şehit olabilmek ise, en son ve en ulvi gayemizdir.
Onun için 22 milyon km. kare toprağa ve ağzına kadar dolu hazinelere sahipken, ömrünü rahat sarayında, hareminin arasında geçirmeyip, sefer üstüne sefere çıkan: "Bizim maksadımız toprak veya kuru bir cihangirlik davası değil, Allahü zülcelâlin adını bütün dünyaya duyurmak, insanları İslâmla şereflendirmek, onları cehaletten aydınlığa, zulümden adalete, dalaletten hidayete çıkarmaktır" diyen ve; "rahat yatağımda ölürsem, karılarımdan farkım ne olacak" diyerek seferde, küffar diyarlarında şehit olmayı şeref bilmişlerdir.
Çadırda doğmak, cephede ölmek Osmanlının en belirgin özellikleri olmuştur. Bir Osmanlı hanımına kocan nerde öldü diye sormak; “elbette cephede öldü ne soruyorsun” manasına hakaret sayılırmış. Bazı dönemlerde bir evde kaç tane sefere gidecek eleman varsa, o kadar savaş çantası kapının arkasında, “haydin” dendiğinde gecikmemek için hazır asılı dururmuş. “Cesurlar bir kere, korkaklar bin kere ölür” sözü aralarında darb-ı mesel olmuştur. Bebelerine beşikte iken söylenen ninnilerle bunlar DNA’larına ilka edilirmiş. Onlar gerçek kahramanlarmış, şimdi onların torunları sentetik kahraman olunca, dünyadaki imajımız da zedelenmiş, karizmamız çizilmiş, hain Haçlıların maskarası durumuna düşmüşüz.
Dipnot:
1-- İbrahim Refik, “Boğaziçi Notları 1”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 20.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.