İLÂHİ AŞK (2)
23 Aralık 2017, Cumartesi 16:09Türk edebiyatının duayenlerinden merhum Ali Nihat Tarlan şöyle der: “Tanrı tanınmayı sevdiği için kâinatı yarattı. Kâinat insan için, insan-ı kâmilin varlığı için yaratılmıştır. Kâinatın zahiri manzarası kesret gösterir. Bunun altında vahdet gizlidir. Kâinatta tecelli eden her güzellik ilâhî güzelliğin bir görünüşüdür. Âşık kâinatta ulûhiyetin her tecellisini görmeli ve sevmelidir. Âşık mecazi aşktan gerçek hakiki aşkı bulur. Kalp uluhiyetin tecelli edeceği yerdir.”(1)Aynı mealde Fuzûlî’yi dinleyelim:
Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıyl ü kal imiş ancak
Hakikatin böyle olduğunu, kâinatın nabzının aşkla attığını, varlık sebebimizin aşk olduğunu, geri kalan her şeyin yalan ve hayal olduğunu, bu İlâhî aşkın muhatabının insan olduğunu… anlayan, idrak eden, bu esrara vakıf olan, bu ince çizgiyi yakalayan, yaratılış gayesini tefekkür ve tezekkür edebilen… nebiler, veliler, gerçek aşıklar… Hakiki aşkı anlamışlar, ab-ı hayat (ölümsüzlük) suyunu içmişler, fizikî manada ölseler bile, âlem-i aşk’ta ölmeyeceklerini, yok olmayacaklarını, hatta ölümü bir vuslat (yâre kavuşma) telâkki ettikleri için ölmeden önce ölmeye çalıştıklarını, ondan asla ve kat’â korkmadıklarını dile getirmişlerdir.
Divan şiirinde çok kullanılan abıhayat, hayat-ı câvidan, bengisu gibi “ölümsüzlük” manasına gelen bu kelimelerle ilgili de kısaca bilgi verelim. Efsaneye göre dünyada bir ölümsüzlük suyu var, ondan içen kıyamete kadar ölmez, ber hayat olur. Ama onu bulmak, içmek hiç kolay değildir. Buna ancak iki insan nail olmuştur, Hızır ve İlyas.
Efsaneye ve nâkılan-ı ahbar’a (rivayete) göre; Hindistan’da en büyük, en güçlü hükümdarlardan biri bu abıhayat sözünü çok duymuş, kafasına takmış, illâki bulmak gayretine girmiş, yanına veziri olan Hızır’ı ve kumandanı olan İlyas’ı alıp aylarca, dağ, tepe, vadi, ova aramışlar ama bir türlü bulamamışlar. “Beraber gezersek bunu bulmak mümkün olmayacak, ayrılalım ve üç koldan aramış olalım, belki buluruz” kararıyla ayrı ayrı aramaya başlamışlar.
Yine uzum zaman sonra bir su kenarında Hızır’la İlyas buluşmuş ve tuttukları balığı kızartmışlar yemeye başlayacakları esnada, yanlarında akmakta olan sudan Hızır elini yıkamış ve sofraya yanaşırken, elinden bir damla su, kızarmış balığın üstüne düşünce, balığın hemen canlanıp, hoplayıp zıplamaya başladığını görmüşler ve “abıhayat”ın ölümsüzlük suyunun o su olduğunu anlamışlar. Kana kana içmişler, hükümdarı çok aramışlar ama bir türlü bulamamışlar.
Dolayısıyla bugün bütün dünya dillerinde, her milletin kültüründe olan efsanelerde(2) bu iki zatın berhayat-yaşıyor olmaları bundan dolayı imiş. Bu olay 6 Mayıs günü cereyan ettiği için, baharın başlangıcı olduğu kabul edilen bu tarihte, yani Hıdrellez (Hızır ve İlyas kelimelerinin birleştirilmişi) günü yine buluşurlar Hızır karalarda, İlyas denizlerde ne gibi işler yaptıklarının mütalaasını ve muhasebesini yaparlarmış.(3)
İlahî aşk deryasına dalanlar, o ummanda sörf yapabilenler, yaratıcısı ile esrarlı bir irtibat kurup, onun aşkı ve muhabbeti ile yananlar… bu abıhayat suyuna bile ihtiyaç hissetmeden, zaten biz yaşarken ölmüşüz, biz Hz. Peygamberin “Ölmeden evvel ölünüz”(4) emrine ittiba etmişiz, fiilen yaşar görünsek te fikren ilâhî aşk deryasında kaybolmuşuz, dolayısıyla biz bir daha ölmeyiz, avamın anladığı manâda bize ölüm gelmez… gibi fikirleri şiirleri ile sergilemişler ve ibretamiz şeyler söylemişlerdir. Bunlardan bazıları:
Biz âşığız biz ölmeyiz
Çürüyüp toprak olmayız
Karanlıklarda kalmayız
Bize leyl ü Nehar olmaz
Seyyid Nizamoğlu
Yunus öldü deyu sâlâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez
Yunus
Ten fânidir can ölmez, çün gitdi geri gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil
Yunus
Her şeyin sahtesinin, taklidinin olduğu gibi, tarihte yalancı peygamberler, sahtekâr evliyalar çıkmış ve hâlâ çıkmaktadır. Bunlar; Allah dostlarının halk nazarındaki izzet ve rağbetinden nemalanıp, günü gün edip, kendini başkalarına kolay yoldan besletmeye çalışan şarlatanlardır…
Dipnotlar:
1- Mahmut Erol Kılıç, “Sufi ve Şiir”, İnsan Yay. İst. 2011, s. 102.
2- Kur’anda İlyas Aleyhisselamın ismi geçmekte (En’am 85, Saffât 123, 130), Hızır
Aleyhisselamın da Hz. Musa ile olan Kıssası Kehf Sûresinde uzun uzun anlatılır.
3- İskender Pala, “Divane Güzeller”, Kapı Yay. 2004, İst. s.164.
4- Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/291
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.