İLK İCAT EDENLER (4)
14 Ocak 2021, Perşembe 09:29Çalar Saatlar:
Basit de olsa Antik dönemlerde Mısırlılar, Yunanlılar güneş saatleri yapıp kullanmışlardır. Fakat onu geliştirenler de yine Müslümanlar olmuştur. Çünkü namaz saatlerinin bilinmesi, bayram günlerinin tespiti, ramazan ayının başlangıç ve bitişinin hesaplanması gibi sebeplerden dolayı, Müslümanların vakit ve zaman hassâsiyeti dini bir vecîbe olmuştur. Bu yüzden onlar astronomi konusu ilgi alanları olmuş, bu hususta bilinenleri daha da geliştirip, Avrupalılardan çok önce bu ilim dalı üzerinde çalışmaya başlamışlardır.
Güneş saatleri husûsunda 9. Yüzyılda eser yazan, âlet yapan el-Mahânî’nin yazdıkları ve yaptıkları ile Avrupalı Christoph Clavius (1537-1612) ve Jean Babtiste Delambre’nin yaptıkları tıpa tıp örtüşüyor ama Avrupalılar mûcit ve kâşif kabul edilmişlerdir.(1)
Prof. Dr. Fuat Sezgin, “İslâm’da Bilim ve Teknik”, isimli enfes eserinde, her türlü saatin ilk olarak İslâm âleminde yapılıp icat edildiğini kaydeder ve “Dakikaları ölçen ilk saat 12. Yüzyılın başında İslâm dünyâsında yapılmıştır der.”(2) Abbâsî Halîfesi Hârun Reşid’in Kral Şarlman’a gönderdiği çalar saat yine târihi kayıtlara geçmiş, meşhur olmuş bir saat meselesidir.(3) Bunun mekanik bir saat olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Çünkü İslâm âleminde su ile çalışan saatlerin görülme târihleri çok daha erkendir. 8. Asırda Şam’daki Ümeyye Câmiinde su ile çalışan saatleri gıbta ile seyrettiklerini yazan Avrupalı seyyahlar olmuştur. İlk kum saatini de yine Müslüman âlimlerden el-Fergânî yapmıştır.(4)
Saat meselesi hakkında Sigrid Hunke meşhur eserinde şöyle bahseder: “Abbâsî halifesi Hârun Reşid’in (763-809) elçisi Abdullah, 807 yılında Kayzer Büyük Karl’a pirinçten yapılmış bir saat hediye sunar. Kayzerin Târihçisi Einhard, kaleme aldığı Salnâmesinde (devlet Târihinde) bu olaydan şöyle bahseder: Bu su saati, on iki saatin geçişini hesaplıyor ve saat başlarında olmak üzere on iki kürecik düşürüyordu. Her bir kürecik alttaki zile çarpınca, etrafa ses aksediyordu. Açılan kapılardan aşağı düşen kürecikler, bir saatlik zamanın tamamlanması ile dışarı fırlıyorlardı. Bu sıçrayışların sonunda 12 kapı da teker teker kapanıyordu…”(5)
Bu olaydan takriben 380 yıl sonra, M. 1191 Târihinde 3. Haçlı Seferi kumandanlığı yapan İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard’a, Salahattin-i Eyyûbi sabun, çalar saat vb. hediyeler göndermiş, sabunu bilmeyen bu kumandan peynir diye yemeye kalkmış, saat çalınca da içinde şeytan var diye korkup yere vurup yanından uzaklaştırmıştır. Bu olayla ilgili Târihi kayıtlar mevcuttur.(6)
Grejuva Ateşi:
Yakın târihe yâni 50 sene öncesine kadar; Grejuva (Rum ateşi) bir Bizans ve Roma icadı olarak tanıtılır ve İstanbul’un fethi esnâsında, Türklere çok zor anlar yaşattığı yazılır ve anlatılırdı. Halbuki günümüzde yapılan tetkik ve incelemelerden, bunu da Müslümanların yaptığı ortaya çıkmıştır.
Muaviye döneminde (hilâfet dönemi: 661-680) “Muharrikat” adı ile Bizanslılara karşı kullanılmıştır. Batılı bir ilim adamı olan John Hobson’un “Batı Medeniyetinin Doğulu Kökleri” isimli kitâbında şöyle yazılmaktadır: “Müslümanların askerî teknolojileri hızlı gelişmekle kalmadı, çok uzun bir süre Avrupalıların silâhları karşısındaki üstünlüğünü muhâfaza da etti. 8. Yüzyıldan sonra İslâm ordularında ateşe dayanıklı giysiler giyen özel kundakçı birlikleri yayıldı. Bu kundakçı birlikleri, Avrupalı Haçlıların Rum Ateşi (Petrol) dedikleri silâhlara sâhipti. Can alıcı nokta şudur ki, Rum Ateşi adı kesinlikle yanlış konulmuştur, çünkü bu silâh Ortadoğu kökenliydi. 673 yılında Callinicus adlı Baalbekli Süryâni bir mimar bu yeni ateşin sırlarını yanına alarak Bizans’ın saflarına geçmiştir.”(7)
Yazarın söylediklerinde gerçeklik payı çok yüksektir. Çünkü Grejuva petrolden yapılan yanıcı bir maddedir. Petrolün vatanı da Ortadoğu’dur. Demek ki, İslâm âleminde icat edilmiş, savaşlarda kullanılmış, ama yukarıda zikredildiği üzere Baelbekli Süryâni (Hristiyan) mimar bunun formüllerini de alıp, Bizans’a sığınmış, İstanbul’un fethinde kullanılıp, birçok icatta olduğu gibi, Avrupa damgası vurulup, piyasaya sürülmüştür.
Dipnotlar:
1-Fuat Sezgin, a. g. e. c. 1, s. 14, 15.
2-Bilimler Târihçisi Fuat Sezgin, Konuşan Sefer Turan, Timaş Yay. İst. 2010, s. 47.
3-Mustafa Özel, “Niceliğin Egemenliği”, İklim Yay. İst 1995, s. 96; İbrâhim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. 7. Bas. İst. 2001, s. 147.
4-Mehmet Bayraktar, a. g. e. s. 185.
5-Sigrid Hunke, a. g. e. s. 117.
6-İbrâhim Erdinç Şumnu, “Temizliğin Târihi ll”, Zafer Dergisi, yıl 1990, Sayı 166, s. 14.
7-Mustafa Armağan, “Gerçek Târihin Peşinde”, Timaş Yay. 2011, İst. s. 197.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.