İNSAN DEDİĞİN
12 Şubat 2021, Cuma 09:06Ağzı çok kalabalık bir insandı.
Hemen her konuda çok konuşurdu.
Her ne kadar kıymete değer bir fikri ve görüşü olmasa da, her konuda ahkam kesmeyi severdi.
Söz gelimi siyaseti iyi bilirdi.
Kamu bürokrasisini iyi bilirdi.
Ticareti ve hak yememeyi iyi bildiğini söylerdi.İlkini bilmem ama ikinci sözüne inanan yok gibiydi.
Bu şehri ve ülkeyi iyi bildiğini de söylerdi.
Kendisini eşraftar sayardı lakin eşraftan ziyade tilki kurnazlığı ile çalışan bir esnaftı.Birinci derece de yakınlarına bile çalımı basar geçerdi .Böyle bilinir, böyle söylenirdi.. Onun karakteriydi bu. Daha enteresan olanı bunu maharet sanmasıydı.
İnsan ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini bildiğini de söylerdi. Oysa özellikle bu konuda hayatının hiç bir döneminde samimi ve inandırıcı olamamıştı. Fırça gibiydi.. Dönmek onun tabiatıydı. Bu anlamda rakipsizdi ve kimse eline su dökemezdi.
Geçmişte Demokrat Partili bir babanın oğlu olarak şehirde temayüz etmişti.
Arkasından Adalet Partisi,
Arkasından Demokratik Parti ( F erruh Bozbeyli’nin Demokratik Partisi’nden rahmetli Yılmaz Kulluk Belediye Başkanı iken, o da bir dönem Belediye Meclis Üyeliği yapmıştı)
Arkasından ANAP’la flört.
Zamana ve ihtiyaca göre Doğru Yol Partisi ile flört.
Fazilet Partisi’nden belediye meclis üyeliği adaylığı.
Muhtemeldir ki Ak Parti ile flört.
Bu kadar mı?
Elbette bu kadar değil.
Muhatabına göre siyasi görüşünün saniyeler içinde değiştiği söylenirdi.
Karşısındaki insan CHP’li ise o tarafa kayardı.
DSP’li ise o tarafa.
Fazilet’li ise o tarafa.
MHP’li ise o tarafa kayar ve kendisinin de onlardan birisi olduğunu rahatlıkla söylediği bilinirdi.
Onu gören ve dinleyen insan da, genellikle inanırdı onun mavralarına.
Turnosol kağıdı gibiydi.
Bir de bir ara o numaraları yedik.
Başka yiyenler de vardı ve sayıları bir hayli fazlaydı. Siyasetçiler, bürokratlar, akademisyenler ,eşraf, esnaf, oda-borsa başkanları, işgörenler, iş yaptıranlar yıllarca aynı numaraları yedi.. Lakin sindirdiler mi, sindiremediler mi bilemem.
Fayda göreceği insanların beklenti ve sorunlarına başkaları üzerinden müdahil olmak gibi insani olmayan bir meziyetinin olduğu da bilinirdi.
Seçim dönemlerinde milletvekili adaylarına, belediye başkan adaylarına, meclis üyelikleri adaylarına, referans olma tavrı gösterirken elinde de kazma-kürek bulunurdu.
Bizim fazlasıyla gaza geldiğimiz yılların birinde bir akademisyenin kadro sorunu vardı.
Kadroyu vermesi gereken rektör, kadroyu vermediği gib o akademisyenin etrefında kümelenen etkili isimlere karşı da savaş açmıştı.. Hoca sallıyor, karşı taraf da saldırıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse hoca kibardı ama karşısındakiler, kendilerince küçük-büyük dağları yarattıkları için ağızlarından galiz sözler eksik olmuyordu.
Kadro talebi defalarca verilmeyen söz konusu akademisyen ile o yıllar da, biz de iki iyi dosttuk. Birlikteliğimiz, dostluktan da öteydi.. Bir birimizi seviyor ve itimat ediyorduk.. Tabi bir müddet sonra o dostlük bozuldu. Yıllarca görüşmedik.. O birliktelik anılar demeti içinde hayal mayal kaldı.
Kadrosu bir türlü verilmeyen akademisyen dostumuzun müteaddit rica ve baskısı bir organizasyonun içinde bulduk kendimizi... Yukarıda bahsettiğim ve hocaya en fazla karşı çıkan, gıyabında hakaret ve küfrü hiç eksik olmayan zat başta olmak üzere bu şehirde bir süre “kelek kesen” konumuna yükseltilen ve Karadeniz’in altındaki şehirlerin birisinden bu şehre gelen bir başka zatın davetlisi olduk. Taraflar arasında sert hava yumuşatılacaktı. Bir dekan ve bir başhakim de bizimle beraber olacaktı.
Toplanma yeri olarak rektörlük binası kararlaştırılmıştı.
Fakat dönme yeteneği çok yüksek olan şahıs “Ben o adamın yanına gitmem” diyor, başka bir şey demiyordu. Zar zor inka edildi ve rektörlük binasına getirildi.. Programa göre rektör bey makamında ziyaret edilecek ve hep birlikte davet mekanına doğru yola çıkılacaktı.. Hadi bir inat daha bu sefer “Ben o adamın odasına girmem..” diye.
Neyse rektör bey nezaket gösterip aşağıya indi ve arabalara bindik.
Ben rektör beyin arabasındayım.. Kendimize göre arabuluculuk yapıyoruz. Yani taraflar arasındaki oldukça sert havayı yumuşatmaya çalışıyoruz.. Gideceğimiz mekanın sahibi sert, “Benim arkadaşıma şayet kadroyu vermezse ben ona haddini bildiririm.Bu kabul kendisine yaptığım bir ikaz” cinsinden sallarken, ötekinin ağzı zaten tam hasım ve hakaretin, küfrün bini bir para.
Arabanın içinde aman hocam, yaman hocam yol aldık.
Çumra’ya bu şekilde geldik.
Hava çok sert ve soğuk. Konukları karşılama havadan da daha çok sert ve soğuk.
Ev sahipleri de kalabalık.
Tanıştırma faslı bize düşdü.
Salona geçtik.
Yemekten önce sauna teklif edildi.
Ev sahipleri birlikte on kişi kadardık.
Sauna teklifine çoğunlukla “evet” dendi.
Arabulucuyuz ya.. Hoca’nın önüne düştüm içinde Türk hamama, göbek taşı, vs. ve sauna bulunan mekanın içindeyiz.
Hep birlikte “Hadi girelim” dedik.
Hiç unutmam.. Hoca kıyafetle saunaya daldı ve ben elinden tutup çıkarttım.. “Hocam üstümüzdeki kıyafetleri şu kısımda değiştirmemiz gerekiyor” diye..
Sauna, Türk hamamı, hazır tellak, kese derken vücutlar yumaşadı lakın yüzler asık.
Yemek salonuna geçildi.
Masada, kuş sütü de var mıydı bilmem.
Yani yok denebilecek bir ikram yoktu.
Yendi. Üstüne kahveler içildi. Çay faslı da saatlerce sürdü.
Sohbet koyulaştı.
Yazının girişinde özellikle süzünü ettiğim zat gevşedi, gevşedi. Adam biri kaç saat içinde hocanın en has adamı olup çıktı.. Hocanın bütünü fikirlerine cebinden hiç eksik etmediği tasdik mührünü en ufak bir şerhe mahal bırakmadan patır patır basmaya başladı.
E.. Eldeki mal buydu.
Gerekeni de karakteri olduğu üzre yapmaya başlamıştı. Yani o an yanında kim varsa, onun en has adamı olmak.. Haksızlık etmeyelim hoca ile süreçteki ilişkiler konusunda biraz istıkrarlı oldu.. Çünkü, hocanın başında bulunduğu kurumun imkanları sonsuzdu.
Gece bir hayli ilerlemişti.
Dışarda da kar olanca hızılya yağıyordu.
Bu şartlar altında yola çıkmamızın sorun yaratabileceği ve orda kalmamız halinde davet sahibi çok mutlu olacağını söyledi. Kalktık.. Herkesin gecenin sabahında yapılacak işleri vardı.
Dışardayız.
Kapının önündeyiz.
Bir de ne göreyim hocaya aylardır saldıran adam, hocanın elinden tutmuş onu kendi arabısana birdirmek için zorluyor.. Oysa hocanın makam aracı orda ve içinde hiç kimse de yok.
Vaki sırpat teklifler karşısında hoca şahsın aracına binmek zorunda kaldı. Biz de aynı araca bindik. Üç araba halinde gecenin bir vaktinde yoldayız.. Yol da o saat de hiç araç yok. Kar yolları doldurmuş.. İçinde bulunduğumuz araç sağa sola, her yöne sahibi gibi yalpa yapmaya başladı.Kaşınhanı’nı geçmiştik ki, karın içinde kaybolan bir kamyon lastiğine çarpan araç az kalsın devrilecekti.
Hafta başında Çumra’daydım.
Yol boyunca geçmişte yaşanan bu olayı düşündüm.
Bazı insanların hayatı ve karakterleri zihinlerden kolay silinmiyor.. Özellikle de yalpalamayı marifet sayanların.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.