İNSAN DÜŞÜNCESİ ILIMANLAŞIRSA
23 Eylül 2017, Cumartesi 11:01Psikolojik bir travma yaşayan insanın hayat anlayışında ve bakışında gözle görülebilir bir değişim olabilir. Yaşanılan hadise karşısında verilen tepkiler veya etkisiz kalarak yaşanılanların bir travmaya dönüşmesi insanın tabir caizse kimyasını bozmaktadır. Böyle bir durum hayata yansır, kişiyi zor durumlarda ve ya şaşkın hallerde bırakabilir. Bir değişim yaşayan insan kendisinde oluşan bu rol modeli benimsediğinde hayat tarzı olarak buna inanır ve bu onun artık vazgeçilmezleri arasında yegâne ölçüdür.
Mesela bir insan dışlanmış ezilmiş ve horlanmış bir psikolojik alana sıkışmış vaziyette ise,kendini bun dan kurtarması ancak pozitif bakış açılarıyla, onun moralini düzeltecek derecede, manevi ve milli bir beslenme stratejisine ihtiyaç duyacaktır.Ona moral verecek, ruhen rahatlatacak ve yeniden olumlu bir referansla bakış yapabilecek etkenlerin oluşumuna zemin hazırlamak,yani ruh aynasını düzeltmek gerekir.
Ortaçağ İslam Dünyasında Müslümanlar parlak bir dönem yaşarken, çağın öncüsü ve ışık tutan bir gelişim anlayışının ekolünü oluştururken, müthiş bir buluş ve ilerleme kaydetmişken, bir zaman gelipte daha sonraları geri planda kalmanın ezikliği girdabında savrulmuşlarsa, elbet bir cevap bulmak ve buna kafa yormak gerekir. Osmanlı yıkılışıyla beraber devlette oluşan otuzdan fazla devletçikler ortaya çıkınca ve Müslümanlar bir boşluğa itilip başsız kalınca yani sahipsiz kalınca, Anadolu insanı, kendisinde oluşan, itilip kakılmanın ve psikolojik ezilmenin travması içerisinde kendilerinden üstün olarak lanse edilen ortama hayran kalmışlar ve kendi asli değerlerine düşman, yabancıların birikimlerine ise, özlem ve hayranlıkla onun gibi olmanın, o şekilde yaşamanın kendilerini ilerleteceğini inandırarak denize düşen yılana sarılır hesabı, bambaşka bir kültüre yelken açmışlardır.
Bu ezilmişlikten kurtulma sendromu yalnız taklide dayalı bir biçimde algı oluşturduğundan yapılan hamleler hep yüzeysel bir taklit ve montajcı sığ bir yaklaşımla esprisini bulmuş, derman aramaya başlayan hasta gibi her duyduğumuz bizim için yapıp uygulamamız gereken bir deneğe, hazır bulunuşluğa dönüşmüştür. Avrupa kültürünün göz kamaştırıcı dünyevi ihtiraslı neon ışıkları tüm cazibe ve çekiciliği ile ruhları sarınca; bizim Ali, Ayşe, Fatma Memo arka sıralardan ön protokollere geçmenin şaşaası ile artık limitlerini zorlamaya ve özentili bir eda ile başkalaşım devşirmeye çalışmışlar, netice itibariyle; düşünme, yaşama ve olaylara bakış aynen batılılaşmaya ve başkalaşım dönüşüm ve yeni oluşum temellerini ihya etmeye varan kriterleri esas kabul ediş olarak gündemlerini sarsmıştır.
Ticaret, iş hayatı spor eğitim tıp ve en çokta bürokrasi, hayatımızda batılılaşmanın ve ayniyle benzeşmenin kilit noktalarıdır. Biz kapitalizmin entel dantelleri olarak artık hayatımızın ayrılmaz parçası olan giyim kuşam tarzımızı, yediğimizi içtiğimizi kuş tüyü yataklarımızı, beş yıldızlı ve çok yaldızlı on numara haline getirip keyfimize dünyevi keyif katmanın peşinde birbirimize kazık atmanın sinüs kosinüs ve tanjantını hesaplama içtimasındaydık ve asla da bu yolda tavizsiz ilerleyecektik. Biz bu hayatı çok sevmiştik. Rahattık yeni halimizden ve hürdük istediğimiz kadar, hem ara sıra kaçamakta iyi gelirdi bizler için ve biz hep zevkimize ödünsüz bir parsa tayin etmiştik. Mutluyduk bizler hem kurucularda her köşe başında bir zenginin hortlamasını istememişler miydi? Nasıl ihmal edebilirdik böyle bir hassasiyeti?
Devasa odalarda ceviz kaplama dolaplarda giyeceklerimiz yerini alırken, büyük masalarda Mozart eşliğinde mum ışığında romantik yemeklerimizde bir başka oluyor ve ilanı aşk ile dünyeviliğin bin bir zamparalığına süslü limanlarda demir atıyorduk. Düşünmeden demlenmenin zevkü sefasının katma değerini ve limitsiz türevini yaşamaya ahdetmişken bizler belki de sonradan görme denilen bir hastalığa bulaşmanın travmatik riskini önemsememiştik çünkü zengin olunca cebimiz ayva yerine para gördü, her şey hallolur diyorduk, çünkü Anadolu’da yaşayan Lidyalılardan da öğrendiğimiz, paramızın gücü vardı !!!
Elhasıl bulaştığımız yaşam biçimi hayatımızın öngörüsüydü ve tamdı. Değişim biçimi tüm düşüncemizin eksen kaymasını hızlandırmıştı. Zenginlik elbette olmalıydı ama helal yol inanç değerlerimize en uygun olandı. Marka meraklılığı ıstakoz karides şampanyalar kadınlı erkekli halaylar düğünler ve akıl almaz savurganlık, çılgınca eğlenmeler ve debdebeli lüks düşkünlüğü ile takıp takıştırmalar zenginliğin parçası demekti ve aslında sefahatin ve aşırılığın dindirilemez sancısıydı. Sarkaç gibi kendine ait olmayan bir sistemde savrulan Müslümanlar bırakın helali haramı birbirinden ayırmayı Makyavelizm’in sekreterliğinde her yol mubah çizgisini bitiş çizgisi olarak kullanıyorlardı.
Değişim ve yozlaşma sadece erkekleri değil kadınlarımızı da en başta giyim kuşam ve toplumsal hayatta etkilemiş, düşüncelerde meydana gelen ve tamamen inanç biçimimize aykırı olan düşünce sapması, vazgeçilmez bir yaşam biçimimiz oluvermişti. Artık hayatımızda hâkim olan ve nüfus kâğıdımızda yazan dini ibare etkisiz bir eleman gibi, ama dünyevi ihtiras ve hedefimiz ise, şaşmaz bir makyavelist türev gibiydi.
Yalnız toplumun tamamını böyledir diye cenderenin içinde görmek hatalıdır. Hamd olsun haramı helali bilen ve elinden geldiğince tebliğe kendisini adayan kötülüklerden arınmaya ve iyilikleri artırmaya mensup, nüfus kâğıdında yazan dini ibareyi kendine şaşmaz ölçü ve prensip kabul eden mütedeyyin insanlarda vardır. Selam olsun onlara. Onlar der ki; İslam hayatımızın aksiyonudur. İslam bir bütündür ve parçalanamaz. İnançta sapmalar inanca vurulan en büyük darbedir ve haçlı Hıristiyan evangelist yapılanmalar ve Siyonizm bunun en büyük takipçi ve destekçileridir ve onların en büyük gayeleri kendilerine hizmet eden ılımlı bir yapıya uğramış kendi emirlerindeki bir islamdır. Nitekim bunların temsilcileri Onbeş Temmuz’da efendileri için güzel Ülkemizi onlara peşkeş çekmeye çalışmadılar mı? Üzerlerimize bombalar yağdırmadılar mı? Unutma asla On beş temmuzu.
Uyanık ol Müslüman. Arakan’da sensin, Doğu Türkistan’da. Mısır’da sensin Kudüs ve Libya’da. Eğer birlik olur ümmet bilinci içimizde coşkulu bir nehir gibi berrak akarsa eminim ki; sana hiç ama hiç kimse fiske dahi vuramayacaktır, yeter ki kendilerinin varlığını batıya adayan sözüm ona yöneticiler aslına dönsünler ve kendileri gibi olsunlar. Hem biz neye layıksak onunla idare olunmuyor muyuz?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.