İRAN VE TERÖRİZM
02 Eylül 2015, Çarşamba 00:00Dünya tarihine bir göz atıldığında, İran’ı yansıtan sayfaların pek beyaz tarafının olmadığı, kanla, kıtalle, fanatizmle kirlenen yaprakların hiçte iç açıcı manzarasının bulunmadığı görülür. Bazıları bu vebali sadece Humeyni ve rejimine yüklerler. Hâlbuki bu ifrat, bu fanatizm, inanç adına şiddet İran ve o bölge halkının her halde mayasında mevcuttur. Humeyni rejimi bu gerçeğin son tezahürüdür. Tarihin derinliklerine doğru biraz inersek, söylenenlerin mübalağa ve iftira olmadığı görülür.
Dünyada mülk ve aile sisteminin temeline dinamit koyup, aklın ve havsalanın kabul etmediği ve yakın tarihte uygulanıp iflâs eden kominizim rejimine bile rahmet okutturan, bir dinî ve felsefî akım İran’dan çıkmıştır. Zerdüştlük, Mazdeklik, Mecusilik gibi isimlerle anılan bu inanç sisteminin ne kadar bayağı ve korkunç olduğunu anlamak için sadece şunları söylemek her halde yeterlidir: “Bir insanın kendi öz annesi ve öz kız kardeşi ile evlenmesi sanki dini bir anlayıştır. Bunu yapanlar toplumda saygın tutulurdu.Hatta İran imparatorlarından ll Yezdücerd kendi öz kızı ile evlenmiştir” ([1])
İslâm âleminde 300 sene fitne kazanlarının kaynamasına ve on binlerce devlet adamı ve Müslüman’ın kanının dökülmesine sebep olan Bâtınîlik de Kazvin bölgesinde zuhur etmiş ve Hasan Sabbah’ın haşhaşiler denen müntesipleri Alamut kalesinden İslâm âlemine terör ihraç etmişlerdir.([2])
Babekîlik adı altında yine o bölgeden neşet eden aşırı bir akım, Mülkiyet ve kadın ortaklığını savunan Babek (Ölümü M. 838) Emeviler döneminde Halife Me’mun ve Mu’tasım dönemlerinde senelerce İslâm âlemi ve Müslümanları tedirgin etmiştir. Sapık akımın lideri Babek’i Türk asıllı Afşin isimli bir komutan yakalamış ve idareye teslim etmiştir. Bu adam öyle bir kin ve garazla doludur ki, elleri ayakları kesilmek suretiyle idam edilmiş, kanı akıp yüzü sarardıkça kendi kanını yüzüne sürmeye başlamış, sebebini soranlara: “Korktu da yüzü sarardı zannetmeyesiniz” diye cevap vermiştir.([3])
Bâbîlik ve Bahâîlik de yine İran’dan zuhur etmiştir. Kurucusu Mirza Ali Muhammed Şiraz doğumludur. Çok sapık fikirleri ile bu zat da Müslümanları senelerce uğraştırmış ve on binlerce kişinin kanına girmiştir.([4])
Ekber Şah, Babür Devleti şahlarındandır. Buda sapık bir mezhebin kurucusu olmuş, kendine hâşâ ilâhlık isnad etmiş ve müritleri O’nu ilâh telâkki ettikleri için “Allahü Ekber” derler ama bu Müslümanlarca Allah’a atfedilen sözler değil Ekber Şah için söylenen sözler imiş. Yani Ekber Şah Allah tır demişlerdir. Bu Şahın da annesi ve hocaları İranlıdırlar.([5])
Haricilik, Fatımilik, Şiilik gibi daha birçok radikal mezhebin veya dini-felsefi akımın çıkış yeri İran’dır. Hatta Vehhabiliğin kurucusu Muhammed Abdülvehhab’ın da İran’da uzun yıllar kaldığı, mezhebinin görüşlerini oradan aldığı, oradaki fikir ve felsefe akımlarının tesirine yakalandığı, bunu da İngiliz casuslarının teşviki ve onların gözetiminde yaptığı, “İngiliz Casusu Hanfri’nin Hatıraları” isimli kitapta detaylı bir şekilde anlatılır.([6])
İran devamlı olarak bu sapık ve tehlikeli fikir ve felsefi ekolleri İslâm âleminin başına belâ etmekle kalmamış, aynı zamanda devamlı olarak Müslümanlarla savaşmıştır. İran tarihinde hiçbir zaman gayri Müslim bir devletle savaşmamıştır. Bilâkis Hıristiyan âleminin devamlı müttefiki olmuştur.([7]) Yakın tarihe baktığımızda bile buna şahit olmak mümkün. Ermeni ve Ruslarla gayet iyi münasebetler içinde oldukları hâlde, Irak’la savaşmış, Suud’un korkulu rüyası olmuş, Azerbaycan’ın tepesinde Demoklesin kılıcı gibi durmuş, Afganistan’a ikide bir dişini göstermiş ve Türkiye ile münasebetleri de hepimizin ma’lumu.
Yerli ve Ecnebi tarihçilerin kabul ettikleri bir hakikat vardır. Eğer şanlı ecdadımız Osmanlı doğusundan yani İran’dan emin olabilseydi, Balkanlardan aşağıya doğru yani İspanya ya eğilip, Endülüs İslâm devleti ile birleşmemesi, Avrupa’nın tamamını fethetmemesi, manş denizine dayanmaması için hiçbir sebep yoktu. Ama ne zaman Osmanlı Balkanlara yürüse İran bir bahane ile hareketlenmiş ve Ecdat, gücünün yarısını onların karşısında bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. Yavuz döneminde bu rejim ihracı, insanların fikren ifsadı ve Osmanlı yurdunu içten yıkma işinde o kadar ileri gitmiş ki, casusları ve beynini yıkadığı zavallılar saltanat şehri İstanbul’a kadar gelmiş ve propagandalara başlamış, Anadolu Şia’nın fikirleri ile kavrulmaya başlamış, nerdeyse devlet elden çıkmak üzere. O günleri bir şair şöyle tasvir eder:
Çalındı kûs-ı fitne her cihette
Belürdi nice fetret memlekette
Memalik yüz tutup yer yer harabe
Reâyâ düşdü havf-u ızdırabe
Yavuz durumun vahametini görüp babasını defalarca ikaz etmiş ama O aldırmayınca, babasını tahttan indirip bütün gücüyle bunların üzerine gidip hadlerini bildirmek mecburiyetinde kalmıştır.([8])
İran milletinin bize bakış açısını şu şiir ne kadar güzel dile getirir:
Türk’e fırsat verme Ya Rab dehre sultan olmasın
Ayağını çarık sıksın, asla rahat bulmasın
İran tarihte hiçbir zaman Müslümanlara model ve rehber olamamıştır. Bilâkis onların başına belâ olan fikir ve inanç akımlarının menşei ve mebdei olmuştur. Günümüzde bazı gafil kişiler hangi akıla kulluk edipte, onlara meyledip, onların dümen suyuna girerek kötü emellerine alet oluyorlar bilemiyorum. Üstelik bunu İslâm veya Müslümanlar adına yaptıklarını söylüyorlar. Bütün Müslümanları potansiyel şiddet yanlısı gibi görülmesine sebep oluyorlar. Gerçek müminlerin imajını lekeliyorlar. İslâm düşmanlarına malzeme ve fırsat veriyorlar.
“Yitik kaybedildiği yerde aranır” diye bir atasözü var. İslâm âlemi bir lider bir rehber, bir ağabey arıyorsa bu Müslüman Türk milletinden başkası olamaz. Bu realiteyi günümüz İngiliz Tarihçisi Bernard Lewis, 1996 da İstanbul da verdiği bir konferansta şu sözleri ile dile getirir: “Bugün İslâm âlemi yeni bir lider bekliyor. Bunun zamanı geldi. Bu da Osmanlı torunları olan sizlersiniz sizler!”([9])
Dipnotlar:
1- El Buti, S. Ramazan, “Fıkhü’s Siyre”, Terceme Ali Nar- Orhan Aktepe s. 37.
2- “İslâm Ansiklopedisi”, Türkiye Diyanet Vakfı, c. 5, s. 193.
3- “İslâm Ansiklopedisi”, M. E. B. Yayınları, c. 2, s. 173.
4- Bak: İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. 4, s. 464.
5- “İslâm Ansiklopedisi”, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, c. 10, s. 542.
6- M. Sıddık Gümüş, “İngiliz Casusu Hanfri’nin Hatıraları”, İhlas A. Ş. Yayını, 1990.
7- “İslâm Ansiklopedisi”, M. E. B. Yayını, c. 5, s. 2 sayfa 1021.
8- İbrahim Refik, “Efsane Soluklar”, İzmir 1993. s. 7.
9- 09. 11. l996 tarihli TV ve Gazeteler.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.