İslâm Âleminde Tıp (1)
02 Temmuz 2021, Cuma 08:52Arthur Pellegrin’in; “L’İslâm dans le Monde” ismindeki eserinde şöyle demektedir: “Bütün Ortaçağ boyunca Müslümanlar bilhassa tıp sahasında inkârına imkân olmayan bir üstünlük göstermişlerdir. .”(1), “Müslümanlar ilk eczaneleri, ilk dispanserleri ve Ortaçağın ilk eczacılık okulunu kurdular. Eczacılık ilmine büyük eserler kazandırdılar. Onların çiçek ve kızamık hastalığını tedâvi tarzlarının daha iyisini günümüzde bile bulmak mümkün değildir.”(2)
Ortaçağda Endülüslü Müslüman filozof İbni Rüşd ve benzeri âlimleri, çiçek ve benzeri hastalıkların sebep ve bulaşma yollarını, tedâvilerini dile getirdikleri halde, onlardan 200 sene sonra hâlâ Kayzer I. Maksimilien bir kararname ile, çiçek hastalığının kişilerin günahlarından dolayı Tanrı’nın bir cezası olduğunu, bunu böyle bilmeyip inkâr edenlerin küfür içinde olan bir insan sıfatıyla teşhir direğine bağlanacağını ilân etmiştir. 9. Asırda Müslümanlar Cüzzam, çiçek, veba vb. bulaşıcı hastalıkları ilâhî bir ceza veya lânet olarak görmediler, onlara bir hasta gözüyle baktılar, Bunların bulaşıcı olduğunu bildikleri için, diğer hastanelerden ayrı kurumlarda tedâvilerini yaptılar. Batıda ise bu tip hastalar ruhlarına şeytan hâkim olmuş, diri diri yakılması gereken varlıklar olarak görülmüş veya vahşi hayvanlar gibi cemiyetten tecrid edilerek cezalandırılmışlardır. Bazıları da bu hastalıkları Allah’ın gazabı olarak meteorlar gibi gökten düştüklerini, bazıları da doğal gazlar gibi arzın derinliklerinden çıkıp zuhur ettiklerini söylemişlerdir.(3)
Arap ilim adamı Abdurrahman Ahmed şöyle yazıyor: “931 yılında Bağdat’ta 860 âdet ruhsatlı tabip vardı. Ebû Bekir Muhammed er-Râzî yarısı tıbba âit olan 131 kadar eser yazdı. Tıbbın her dalına âit bilgileri ihtiva den ve 20 cilt olan “Kitab el-Hâvi” isimli eseri çok meşhurdur. 1498-1866 yılları arasında yalnız İngilizce’ye 40 defa tercümesi yapılmıştır. Er-Râzî, cıvalı merhemler gibi yeni ilaçlar îcat etti. Yaraların dikişle birleştirilmesi için, hayvan bağırsağından ipler kullandı. Paris Üniversitesi’nde hâlâ Er-Râzî’nin ve İbni Sînâ’nın resimleri asılıdır.”(4)
“Prof. Dr. F. Hitti, Râzî’den şöyle bahseder: “Er-Râzî bütün tabiplerin en orijinali, en büyüğü ve aynı zamanda en çok eser verenidir. Ortaçağın en kuvvetli düşünürlerinden ve en büyük klinikçilerindendir.”
Sigrid Hunke ise Râzî’nin Türk asıllı olduğunu yazar, 230 eserinin olduğunu dile getirir. Çiçek ve Kızamığa dâir küçük eserinin, 1498-1866 yılları arasında Avrupa’da 40 defadan fazla basıldığını söyler.(5) ve onunla ilgili şunları kaydeder:(6) “O, meslek ve mes’uliyet duygusu ile bir doktor, çâresizlerin yardımcısı, öğretmen, iyi yetişmiş bir doktorlar jenerasyonunun terbiyecisi, ansiklopedist, temkinli bir klinikçi, mütefekkir bir gözlemci, bağımsız hür görüşlü bir kimya araştırıcısı, deneyci, nihâyet kendi devrine kadar gelen tıbba âit bütün ilim malzemelerini düzenleyip ortaya koyan bir sistematikçidir. 230’dan fazla eseri vardır. sâdece Kitap el Hâvi (Tıbbın Muhtevası) isimli eser 20 cilttir. Çiçek ve kızamıkla ilgili ilk eser yazan, kaytan yakısını bulan, ateşli hastalıklara soğuk su tatbik edilebileceğini ilk söyleyen, mafsal ve böbrek hastalıklarıyla ilgili, temiz hava ve suyun sıhhat yönünden önemi, böbreklerde teşekkül eden taşı ilaçla parçalama, bu mümkün değilse ameliyatla alma metodunu geliştiren, temizliğin ve beden eğitiminin, hastaya moral vermenin hastalar üzerindeki müspet etkileri, gibi konularda ilk dikkat çekici bilgiler veren O’dur.”(7)
Râzî moral ve motivasyonun hasta tedâvisinde ne kadar önemli olduğunu, Batılılardan asırlar önce keşfetmiştir. Hunke ondan bu hususta şu satırları nakleder: “Bir doktor hastalarını daha iyi olacaklarına inandırmalı ve onlara şifa ümidi vermelidir. Eğer netîce alınacağından emin değilse bile, hekim hastanın cesaretini artırmalı, ona yaşama kudreti telkin etmelidir.”(8)
Hunke’de, İbni Sînâ’nın: “Biz en iyi ve başarılı tedâvinin; hastanın zihnî ve ruhî kuvvetlerini takviye eden, cesaretini ve mücâdele kuvvetini artıran, muhitini güzel ve hoşa gider tarzda tertipleyen, müzik dinleten, onu sevdiği kimselerle bir araya getiren yöntemlerle olduğunu düşünmeğe mecburuz” Dediğini yazarve “maalesef bu hususlardan hiçbirinin patent hakkı Batı’da tanınmış ve Müslümanlara hakları verilmiş değildir.” diye kayıt düşer.(9)
Dipnotlar:
1- İ. H. Dânişmend, “Garp Membalarına Göre İslâm Medeniyeti”, Yağmur Yay. İst. 1974, s. 27.
2- Abdurrahman Ahmet, a. g. e, s. 44.
3- Sigrid Hunke, a. g. e. s. 194.
4- Abdurrahman Ahmet, a. g. e, s. 45.
5- Sigrid Hunke, a. g. e. s. 232.
6- Sigrid Hunke, a. g. e. s. 167, 170.
7- Ahmet Gürkan, a. g. e, s. 234-236. Şaban Döğen, a. g. e, s. 275.
8- Sigrid Hunke, a. g. e. s. 177.
9- Sigrid Hunke, a. g. e. s. 203.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.