İslâm’ın Âlimlere Verdiği Değer (2)
22 Mayıs 2020, Cuma 10:16Allah Rasûlü (s.a.v.)bir toplantıya, bir meclise sonradan gelen herkesin ayağına kalkılmasını hoş karşılamaz ve“Acemlerin (İranlıların) yaptığı gibi, her gelen kişi için ayağa kalkmayın”(1) buyurur, ama ilim ehlinden biri gelince, arkadaşlarını kendisi ikaz ederek; “Kavmin efendisi geliyor, ayağa kalkın”(2) dermiş.
Bu hadis ve uygulamaları hayat prensibi ittihaz eden Osmanlı sultanları ve halkı, ilim ehline son derece hürmetkâr davranırmış. Osmanlı sultanlarından bâzıları câmide bile hocaları sonradan gelirse onların ayağına kalkar, ellerini öperler, hürmet ederler,(3) onların ön saflara geçmelerini sağlarlarmış.(4)
Şimdi unutuldu gitti ama yakın târihlerde yâni 1940’lı yıllarda bile, bir âlim çarşıdan, sokaktan geçerken halkın hürmeten ayağa kalktığını merhum bakanımız Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş (1933-2016) hatıralarında zikreder.(5)
Bu husus bizim örfümüze öyle yerleşmiş ki; Osmanlı ulemasından bâzıları, “Hz. Yusuf Mısırda idâreci iken, yanına gelen babası için ayağa kakmadığından dolayı, Allah onun neslinden Peygamber getirmemiştir.” Diye yorum yapmışlardır.(6)
Bizim talebelik yıllarımızda sınıfa giren hocalarımıza hep birden ayağa kalkar, sünnete ittiba ve örfümüz gereği lâzım gelen hürmeti gösterir, ondan sonra derse başlanırdı. Şimdi maalesef yüksek okullarda hattâ bazı ortadereceli okullarda bile bu âdetin kalktığını üzülerek duymaktayız.
Eskiden bizim örfümüzde bir şey yeneceğinde, bir şey dağıtılacağında, bir ikram yapılacağında âlimlerden, yoksa yaşlılardan başlanırdı. Bizim örfümüz bunu gerektiriyordu. Şimdi “sağdan başlamak sünnetmiş” diyorlar ve ayak ucundan başlanıyor. Bu doğru ve sünnete uygun bir tavır değildir. Eğer o mecliste varsa âlimlerden, yoksa ihtiyarlardan başlamak gerekir. İslâm fıkhında “hoca hakkı, ana-baba hakkı ile eşdeğer” kabul edilmiş, hatta bâzı âlimlere göre daha üstün sayılmıştır. Şu hadisler bunun en açık delilidir:
“Ümmetimin âlimlerine karşı görevini bilmeyenler ümmetimden değildir.”(7)
“Saçlarını İslâm uğrunda ağartan ihtiyarlara, Kur’ân’ı okumayı ve onunla amel etmeyi terk etmeyip, ondaki sırları araştırmada haddi aşmayan âlimlere, Kur’ân ehline ve adâletle hareket eden idârecilere hürmet etmek, Allah’a hürmet ve tâzim sayılır.”(8)
İmam Gazâlî (1058-1111) İhya isimli eserinde şöyle yazar: Hz. Ali’ye “Ya emiral müminin, kimlerin eli öpülebilir?” diye sordular O şöyle cevap verdi:
“1-İnsan çocuğunun elini öper şefkatle,
2-Kişi hanımının elini öper şehvetle,
3-Birde hocasının ve ebeveyninin elini öper hürmetle”.
“Hz. Peygamber, bir talep üzerine Ra’l, Zekvan, Useyye ve Benü Lihyân kabilelerine ensâr-ı kiramdan, kendilerine “Kurra” adı verilen yetmiş kadar muallimi göndermişti. Bunlar Bi’r-i Mâune denilen yere vardıklarında, bu kabilelerin ahâlisi ihânette bulunarak onları şehit ettiler. Peygamberimiz’e bu haber ulaşınca tam bir ay o kâtillere beddua da bulundu.”(9)
“Kendisini Tâif’te taşlayanlara bile beddua da bulunmayan rahmet ve şefkat peygamberinin, ilim erbâbına yapılan bu ihânet karşısında beddua da bulunması, ilme ve ilim hizmetine mâni olanların ne büyük bir cürüm işlediklerinin bir göstergesidir. Kur’ân hizmetkârlığını ihlasla îfa etmenin, Allah Rasûlü (s.a.v.)nazarında ne şerefli bir mevkii bulunduğunun da açık bir delilidir.”(10)
5. Yüzyılda Barbar istilasıyla Batı Roma yıkıldı. Bu olaydan sonra okuma yazma bilmeyen Germenler ve Keltler Roma’ya hâkim oldu ve karanlık bir dönem başladı. Kilise adamları bunu fırsat bildiler ve bu cehâleti desteklediler. Çünkü onların saltanatı halkın câhil kalmasında idi. Onun için halkı öğrenmekten çok kendilerinin anlattıkları hurâfeler ile yetinmeye teşvik ettiler. Dolayısıyla 8. yüzyılda bile Avrupa’da, kaza ve kasabalarda okuma-yazma bilen 3-5 kişiyi geçmezdi. Doğu Roma da bundan pek farklı değildi. İslâm’ın zuhurundan kısa bir müddet önce, M. 525 te Bizans İmparatoru Jüstinyen (527-565) Yunanistan’daki felsefe okullarını kapatıp, bütün Yunan filozoflarını, ilim adamlarını memleketten sürdüğü bir dönemde,(11) Allah Rasûlü’nün (s.a.v.)ilme ve âlime bu derece önem ve ehemmiyet vermesi, İslâm’ın istikbalinin ne kadar parlak olduğunun göstergesi olmuştur. Roma ve Bizans’tan sürülen bu ilim erbâbı, Pers imparatorluğuna gidip sığınmışlar ve Pers (İran) medeniyetinin gelişmesine yardımcı olmuşlardır.(12)
Dipnotlar:
1- Ebû Dâvûd, Edeb, 152; Müsned, c. 5, s. 253.
2- Buhârî, İsti’zan, 26; İbni Hacer, İsâbe, c. 2, s. 38.
3- Ferhad Koca, “Molla Hüsrev” TDV Yay. Ank. 2008, s. 78.
4- Ahmet Şimşirgil, “Kayı-2”, KTB Yay. İst. 2013, s. 275; Osman Keskioğlu, “Müslüman¬ların İlim ve Medeniyete Hizmetleri”, DİB Yay. Ankara, s. 15-19.
5- Nevzat Yalçıntaş, “Hatıralar”, İşaret Yay. İst. 2012, s. 498
6- Ragıp Güzel, “Hikmet ve İbret”, Şelâle yay. Dilek Mat. 1977 İst. s. 82.
7- Tergîb ve Terhîb Tercümesi, Hikmet Yay. yıl 1984, c. 1, s. 158.
8- Ebû Dâvûd, Edeb, 30.
9- Müslim, Mesâcid, 297.
10- Osman Nûri Topbaş, “Vakıf İnfak Hizmet”, Erkam Yay. İstanbul 2002, s, 223.
11- İsa, Ahmed– Ali, Osman, “Müslümanların Rönesans’a Katkısı”, Türkçesi Emre Miyasoğlu, 2. Bas. İst. 2014.s. 100, 118.
12- Bekir Karlığa, “Ah Endülüs”, Derin Târih Dergisinin özel sayısı, 2015, s. 132.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.