İyilik İman ve İslâm Davetidir
07 Eylül 2020, Pazartesi 09:23Yaşadığımız hayat bir iyilik yolculuğudur. İnsan, bu dünyaya inanmak ve iyi işler yapmak için gelen bir yolcudur. Cenâb-ı Mevlâ büyük lütuf ve kerem sahibi olduğu için yer yüzünün halifeleri kıldığı insanı yalnız bırakmamış, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (a.s.)’dan itibaren gönderdiği peygamberlerle, dünya ve ahiret saadetinin yollarını göstermiştir.
İnsanoğlu bu dünyada iyi, hayırlı ve faydalı işler yapmak, doğru ve güzel davranışlar ortaya koymak için vardır. Hayra çağırmak, dine de dünyaya da ait bir iyiliğe çağırmak demektir ki, İslâm’ın esasıdır. İyiliği emredip kötülükten menetmek de bunun önemli bir kısmıdır. Çünkü İyilik bir iman ve İslâm davetidir.
Kötü, yanlış, çirkin ve zararlı işlerden kaçınmak ve bunlara mani olmak insanın en temel vazifesidir. Kimi insanları iyiliğe, hayra, Allah’a itaate davet eder ve bunun mükâfatını alır. Kimi de onları kötülüğe, şerre, Allah’a isyana davet eder, bunun cezasını görür. Bu gerçek kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir:
“Kim iyi işe aracılık ederse, onun sevabından hissesi vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse onun günahından payı vardır. Allah her şeye kadirdir.” İyilik, yaratılışın temel gayesidir. İnsanı yaratan, nimetlerle buluşturan, koruyan, bağışlayan ve rahmetiyle kuşatan Rabbimiz, hangimizin daha iyi işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.(Mülk, 67/2.)
Bizlere en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) yoksullara, yetimlere, kimsesizlere yardım edip onları sevindirmekten büyük bir haz duyardı. Kendisinden bir şey istenildiği zaman asla yok demezdi; varsa verirdi, yoksa ailesinden veya ashabından birine gönderir, onun ihtiyacını giderirdi.
Bir gün Hazret-i Ali, zevce-i muhteremesi Fâtımatü’z-Zehrâ’ya:
“–Çok acıktım, evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hazret-i Fâtıma, evde yiyecek bir şey bulunmadığını, yalnız altı akçelerinin olduğunu söyledi. Hazret-i Ali bu altı akçeyle yiyecek almak üzere çarşının yolunu tuttu. Yolda giderken birinin, bir Müslümanın yakasına yapışmış:
“–Ya hakkımı ver ya da yürü mahkemeye gidelim!” dediğini duydu. Borçlu adam biraz mühlet istiyorsa da alacaklı müsaade etmiyordu. Adamların çekişmelerini gören Hazret-i Ali: “–Münakaşanız kaç para içindir?” diye sordu.
“–Altı akçe için.” cevabını alınca, kendisinin de muhtaç olduğu o altı akçeyi vererek, borçlu Müslümanı sıkıntıdan kurtardı. Ardından Hazret-i Fâtıma’ya ne cevap vereceğini düşünmeye başladı. Sonunda; «Nasıl olsa Fâtıma, kadınların seyyiedesi, Rasûlullâh’ın kızıdır, anlayış gösterir.» diyerek evine döndü.
Hazret-i Ali (r.a.) yaptığı îsârı Fâtıma validemize anlattı. O da:
“–Çok iyi yapmışsın, elhamdülillâh, bir Müslümanı hapisten kurtarmışsın. Hak Teâlâ bize kâfidir.” buyurdu. Fakat biraz da mahzun oldu. Hazret-i Ali, onun üzüntüsünü sezip, iki oğlunun da açlıktan ağladığını görünce gönlünde bir kırıklık hissederek dışarı çıktı. «Bâri Rasûlullâh’a gideyim de O’nun mübarek yüzünü seyrederek üzüntümü unutayım.» diye düşündü.
Bu düşünceyle yürürken, elinde besili bir deve olan bir kimseye rastladı. O şahıs Hazret-i Ali’ye:
“–Bu deveyi satıyorum, alır mısın?” diye sordu. Hazret-i Ali parasının olmadığını söylediyse de adam veresiye olarak deveyi yüz akçeye sattı. Hazret-i Ali, elinde deve ile biraz uzaklaşmıştı ki, yolda rastladığı başka bir adam:
“–Bu deveyi bana üç yüz akçeye satar mısın?” diye sordu. Hazret-i Ali kabul etti ve deveyi o şahsa sattı. Üç yüz akçeyi peşin alınca da çarşıdan yiyecek bir şeyler alıp evine götürdü.
Hazret-i Fâtıma’ya, olup biteni anlattı. Yemeklerini yiyip Allâh’a hamd ü senalar ettiler. Daha sonra Hazret-i Ali, evinden çıkıp Peygamber Efendimiz ’in yanına gitti. Efendimiz (s.a.v.):
“–Yâ Ali! Deveyi kimden alıp, kime sattın biliyor musun?” buyurunca:
“–Allah ve Rasulü bilir.” dedi. Peygamber Efendimiz:
“–Sana deveyi satan, Cebrâil (a.s.); satın alan da İsrâfil (a.s.) idi. Deve de cennet develerinden idi. O Müslümanı sıkıntıdan kurtardığın için Hak Teâlâ dünyada bire elli verdi. Âhirette vereceğinin hesabını ise kendisinden başka kimse bilmez.” buyurdu. ( Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Hz. Aliyyü’l-Murtezâ, s. 54. s. 119-122 )
Unutulmamalıdır ki, iyilik eninde sonunda mutlaka iyilik getirecektir. İyilikle elde edilemeyecek hiç bir üstünlük ve fazilete başka hiç bir şekilde erişmek mümkün değildir. Gönülden Muhabbetlerimle…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.