KABİRLER (2)
22 Mart 2019, Cuma 09:03Ferit Kam rahmetli: “Yerin altı beni üstünden daha fazla ilgilendirdiği için, sık sık mezarlıklara gidiyor, kabir taşlarına bakarak taş kalbimi yumuşatmaya çalışıyorum.” Dermiş ne kadar çarpıcı bir tespit. Çünkü dünyada kalacağımız azami 80-90 sene, ama orası yani uhrevî âlem, inancımıza göre ebedi ve sonsuzdur.
Eskiden ecdadımızın en büyük korkusu küffar diyarında ölüp, Hıristiyan mezarlığına defnedilmek imiş. Fakat özellikle Balkanları dedelerimiz almış, oralarda ölmüş, şehit olmuş, toprağa girmiş, ama biz oraları koruyamadığımız için o kabristanlar şimdi küffar diyarının içinde kalmış, yıkılmış, tahrip edilmiş, nam u nişanları kalmamış, hatta hakaret olsun diye kabirlerinin üzerine en süfli icraatların yapıldığı mekânlar yapılmış, şimdi ruhları muazzeb.
Öbür âlemde onların yüzüne nasıl bakacağız, yakamızdan tuttuklarında nasıl hesap vereceğiz bilemiyorum. İnancımıza, Rabbimizin haber verdiğine göre(1) onlar (şehitler) hay ve diri olduklarına göre, kabirlerinde, hazirelerinde melül, mahzun ve mükedder ağlaşmaktalar.
Çanakkale ve benzeri savaş sahalarını gezdiğimizde gördük ki, İngilizlerin, Fransızların, Avustralyalıların vb. özel ve gayet bakımlı kabristanları var. Biz son zamanlara kadar bunu da yapamamışız, ama elhamdülillah son zamanlarda şehitlerimize layık şeyler yapılmış, inkâr etmemek gerekir.
Bugün yaptıklarıyla ve tarihleriyle iftihar ettiğimiz, 300 senesi süper güç olmak kaydıyla 600 senelik koskoca Devlet-i Aliyye’yi kuran hanedan mensuplarını bir gecede yedi cedleri ile memleketten kovmuşuz, vasiyet etmelerine, yalvarmalarına, ağlamalarına aldırmayıp, ölülerini bile öz vatanlarına kabul etmemişiz,(2) küffar diyarlarına defnedilmişler, onlara en ağır gelen hususta bu olmuştur.(3)
20. 02. 2011 tarihinde Hürriyet Gazetesinde çıkan şu haber ne kadar ibretli: Hasan ve Mehmet isimli iki Osmanlı askeri 1683 tarihinde 2. Viyana kuşatması esnasında esir düşmüş ve Almanya’nın Hannover kentine götürülmüş ve Prenses Sophie’nin hizmetine verilmiş. Dürüst, çalışkan ve mert insanlar oldukları için etrafın sempatisini kazanmışlar ama bütün baskılara rağmen dinlerini değiştirmemişler, Hıristiyan olmamışlar, beş vakit namazlarını kıldıkları gibi, üzerlerindeki akıncı elbiselerini de katiyen çıkarmamışlardır.
8 sene Prensese hizmet ettikten sonra 1691 yılında birkaç ay ara ile vefat etmişler, son arzuları olarak Andreas Mezarlığının bir kenarına, ayrı bir yere defnedilmelerini ve mutlaka vücutlarının kıbleye karşı konmalarını vasiyet etmişler ve bu arzular yerine getirilmiş. İrfan Söyler’in gayretleri ve Türk Konsolosluğunun yardımları ile kabirler bakımdan geçirilip, kabir taşları yenilenmiştir.
Gayri Müslimler bile ölülere, vasiyetlere, kabirlere saygı gösterirken, Osmanlı döneminde dedelerimiz mezarlıkların odununu yakmaz, otunu hayvanlarına yedirmez, meyvesini çocuklarından sakınırken, yani oralara zarar vermekten Allah’a sığınırken, Cumhuriyetten sonra bu memlekete öyle bir zihniyet hâkim olmuş ki, mezarlıklar alınmış, satılmış, buldozerlerle düzlenmiş, üstüne meyhaneler, demhaneler, kârhaneler, tuvaletler, tavernalar… yapılmış ve evvel gidenlerin kemikleri sızlatılmıştır.
Bu kabirlerden sökülen, çoğunun üstünde ayetler, hadisler, güzel şiirler, ibretli sözler yazılı hece taşları, kanalizasyonlara kapak taşı yapılmıştır.(4)
Ama şurası da bir gerçek ki, bunları yapanların hiçbirisi onmamış, iflâh olmamış ve sonları çok kötü olmuştur.
Dipnotlar:
1-Bakara Sûresi, 154.
2-Son Osmanlılar, Murat Bardakçı, İnkılap Yay. İst. 2008, s. 186.
3-Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar-2, M. E. Düzdağ, Kaynak Yay. 2007, İst. s.92.
4-Mehmet Şevket Eygi, “Cami Kıyımı”, Tarih ve İbret Yay. İst. 2003, s. 16.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.