KAFAMA TAKILANLAR
26 Temmuz 2017, Çarşamba 07:54Yazmak, laf olsun kabilinden değil bir binanın tuğlalarını örmekle eş değerdir. İnsan yazmakla aslında kendini bakış açısını duygu ve düşüncelerini kısaca gönül kaleminden hissiyatlarını ortaya koyuyor.
Eğer içinizdeki pişirdiklerinizi başkalarına ikram edebilme sanatını yakaladıysanız(helal yoldan) sizin içinizde esen rüzgârların istikametinin doğru olduğunu söylemekte bir beis yoktur. İnsanların gönlüne girmeyi başaranların ömürlerini fani âlemde uzattıklarına şahit oluruz. Bunlar yüreklere saplanan ok gibidirler. Saplandığı yeri kanatmadan etki altına almayı ve nabzı tutmayı başarırlar ve milletin gönlünde soluksuz yaşarlar.
Mesela gönül ehli milletin kalbine ok gibi sirayet eden istiklal şairimiz M.Akif Ersoy, niçin hala etkisini gösterir ve yaşar?
Mesela İslam davasının büyük doğu kanadının ölmez savunucusu ideolocya örgüsüyle davasını gönüllere nakşeden NFK hala niye gençlerin gözdesi ve kalpleri avucunun içinde sımsıkı tutabiliyor. Niçin yedi güzel adam deyince edebiyatımızda serin rüzgârlar eser ve insanın içini ısıtan güzellikler çoğalır, üzüntü ve sevincimizin izlerini yüzlerimizde taşımaya devam ederiz.
Bu insanlar milli olmayı başarabilmiş ve toplumun meselelerine yürekten bakabilmişlerdir. Yani toplumun meselesini kendi meselesi, değer yargılarını kendine eş değer bilmiş ve bu değerlere uygun toplumsal kalkan olacak ve geçmişle gelecek arasında köprüyü oluşturabilecek, ruhları yönlendiren sanat anlayışlarını da çağa uygun ritimlerle geliştirmeyi başarmışlardır.
Yazan insan tohumda fidanı ve fidanda ormanı görebilen insandır. Onlar her zaman taze fidanlar olmayı ve kalmayı yeğlemişlerdir. Kalplere dikilen fidanlar yeşerdikçe yeni fidanlarda peşinen yeni sürgünler verecektir.
Ancak ideali olan insanlar ayakta kalmayı başarabiliyor ve gönüllere taht kurabiliyorlar. Onlar için zorluklar bir yıkım değil bilakis duruşunu bozmadan ayakta kalabilmeyi ve mücadele edebilmeyi öğrenebilmektir. Aleksandr Soljenitsin’in Gulag takımadaları isimli eserinde Sovyet esir kamplarının Sibirya temerküz kamplarında rejim karşıtı yazarların nasıl zorluklarla yazmaya devam ettikleri anlatılır, demek ki insan davasına ve meselesine inandıysa vücuduna vurulan zincirler onu bağlamaya yetmiyor, onun yüreği var oldukça hiçbir zincir onu esir almaya yetmez.
Etrafımızda hayret bakışlarla gördüğümüz olayları kayıt altına almakta yazmayı tutku haline getiren önemli nedenlerdir. Hangi açıdan bakış getirebileceğine kendini ikna edip bunları kayıt altına almak ve yıllar geçtikten sonra o yazılanlar eğer değerinden bir şey kaybetmeyip seni veya okuyanı hayrete düşürüyorsa demek ki; o kurulan cümleler fidanlara dökülen sular gibi yeşertmeye devam ediyor demektir.
İnsan gördüklerini duyduklarını bizatihi kendi yaşadıklarını kaleme alıp düşünce mihengine yatırıp onları fikir ve düşünce örgüsünde tartıyorsa ve bir anlam kotarıyorsa bu onun disiplinli bir bakış açısını yakaladığını gösterir. Hem içinden gelenleri yüreğine çarpanları dilinle telaffuz ettiklerini yaşantınla yakalamada geç kaldıysan yani birbiriyle çelişkili hale geldiyse işte bu tehlikelidir. O zaman sen yazdıklarınla örtüşmüyor ve kendini kendinle yalanlıyorsun demektir.
Günümüzde kalemin şiirin köşenin konuşanın duruş sahibi olanın ve dahi işportacılığın demini alıp dörtnala koşan atlar gibi sahibinin sesi olmak lığı var gücüyle devam ediyor. Çünkü sanat anlayışı toplumun değer yargılarına göre değil de bizim normların dışında batının kendi insani olmayan bakış açısıyla mürekkep güçlü olanın haklı olduğu bir davanın enstrümanlığına su taşındığı bir devirde batının zulümde sınır tanımadığı ve onlara esir olan yüreksizlerin palavlarıyla donatılan eğreti bir devirde yaşıyoruz. Burada geçerli olan akçenin başta para ve servet şöhret olduğu değerlerin hovardaca harcandığı ve kişiselleştirilmiş menfaatlerin ön plana alındığı bir sektör alabildiğince hız yapmakta. Ve burada beyinlere yerleştirilen bir tanım hemen her alanda revaçta. Hızlı olan kazansın.
Hızlı olan neyi kazanacak? Mesela kumarbazların el çabukluğu hızlı bir hamlesi ve insanları kandırmaları etik midir? Böyle bir anlayışla yetişen nesillerin birbirilerine ve geleceklerine ait güven sergilemeleri mümkün mü? Ya da böyle bir toplum ayakta kalabilir mi?
Eğer toplumun ufkunu ve nabzını tutmayı kişiselleştirilmiş menfaat sektörüne feda ediyorsanız siz sadece nefsinize hükmeder ve fidan ekmeyi yerel alana hasredersiniz. Yani işin içine para kazanmak tutkusu vs girdi mi artık o bir şiir olmaktan, hikâye olmaktan, roman olmaktan çıkıyor ve ellerin patlatırcasına alkışlandığı günü birlik, etiketi kendinden menkul başkalarına kukla, icrası boş bir eyleme dönüşüyor ve gün geliyor o poh poh lu boş alkışlarda kesiliyor, reklamlar sona erince de boş hayaller de tatlı rüyalar da bitiveriyor.
O zaman ben şunu anlıyorum. İnanç çimentosu din dil ahlak olan(İslam) sanatını icrasını toplumun değerleriyle örtüştüren cümleleriyle kalplere huzur veren düşündüren işportacı ve reklama dayalı olmayan asil bir duruş sergileyip davasına sahip çıkan cümle sahipleri ancak toplumun kalbinde yer edinir, değer bulur ve dünyalık ömürleri dışında da eserleriyle yaşamaya devam ederler.
Yani yazılar yürekli ise; içteki çığlıklar koparak geliyorsa bilin ki bir hasretin bir idealin davası taşınıyordur o yürekte ve o yürek bilin ki değerlidir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.