KALDIRIM İŞGALCİLERİ
04 Eylül 2015, Cuma 00:00Gerçekten kendisi hak ve hukuka saygılı, kul haklarından son derece korkan, bir de gelişmiş devletlerdeki düzen ve tertibi gören bir insanın; bizim memleketteki trafikte yarım saat dolaştıktan sonra kahrolması, stres ve sıkıntıya girmesi, gününün mahvolması mümkün değildir.
Çünkü bizler hukuksuzluğu hak zannediyoruz. Kendimizden başka kimseyi düşünmüyoruz. Maddenin kulu, kölesi ve esiri olmuşuz. Beş kuruş fazla kazanabilmek için hiçbir sınır tanımıyoruz. Ondan dolayı da bu memleket ve millette huzur, saadet ve güven yok. İşin sırrını beş bin sene önce keşfeden Exesentus isimli bir düşünür şöyle demiştir: “Kaybetmeyi ahlâksız bir kazanca tercih et. O zaman mutlu olursun” şimdi biz tamamen aksini yapıyoruz.
Terör: Fransızca bir kelimedir. Fransız ihtilâlinden sonra hiçbir kanun ve kural tanınmadan on binlerce insanın başının kesildiği, hak ve hukukuna el uzatıldığı, giyotinlerin hiç durmadan çalıştığı günlerde kullanılmış bir kelimedir. Yani bugünkü anlamda sadece silah alıp dağa çıkanlara mahsus bir kelime değil, haksızlık yapan her kes için geçerli ve yakışan bir kelimedir.
Onun için: Yayaların geçmesi için yapılan ve aslında yeterli olmayan kaldırımlara, dükkandaki mallarını teşhir için çıkaran, kola ve meyve kasaları ile, ekmek ve dondurma büfeleri ile, karpuz yığınları ve kanepelerle tamamen kapatan, dibine bir de arabasını koyup, insanları, yaşlıları, çocuklu kadınları ta yolun ortasından, yani trafiğin yoğun olduğu yerden dolanmaya, canlarını tehlikeye atmaya mecbur edenler, Allah’tan korkmayanlar, kuldan utanmayanlar, hak ve hukuk tanımayanlar, kul hakkı diye bir şey bilmeyenler, kısacası kaldırım işgalcileri ve benzerleri de teröristtirler ve büyük vebal altındadırlar.
Koskoca Medine’de 2000 kişinin yaşadığı dönemde sevgili peygamberimiz: “Lâneti gerektiren iki şeyden sakının. İnsanların gelip geçtikleri yollara ve gölgeliklere abdest bozmayın (pislik atmayın) ve geçitlere mani olmayın” ([1]) buyurmuştur. Acaba bugün halimizi görse ne derdi?
Filmlerde “lânet olsun” sözünü çok duyduğumuz için önemini de önemsemez hâle geldik. Dünyada lânete uğradığı bildirilen bir varlık var şeytan. Onun da sonunun ne olacağını ayet ve hadisler bildiriyor. Kaldırım işgalcilerinin aynı akıbete uğrayacaklarına Peygamberimiz dikkat çekiyor.
Birkaç gün önce yukarıda zikrettiğim gibi kaldırımın tamamını işgal eden birine; “Kardeşim buna hakkınız yok, Allah buna razı olmaz” dedim adam: “Allah’ı karıştırma” dedi. Peki, Allah’ı karıştırmayacağız, karışması gerekenler de rey kaygısıyla, oy derdiyle zaten karışmıyorlar, Allah korkusu diye bir mefhum da nerdeyse kalmamış peki bu milletin hali ne olacak? Bazıları da diyor ki; AB’a girince düzelecek hocam. Kendi kendini düzeltmeyen bir milleti AB’da, Allah’da düzeltmez.
Peygamber Efendimiz: “Hakkıyla icraat yapan idarecilerin bir saatinin 60 sene nafile ibadete bedel”([2]) olduğunu bildirmiş, ama bu hususta çeşitli mülahazalarla adaleti, hak ve hukuku gözetmeyen idarecilerin cezalarının ve veballerinin de o nispette büyük olacağını da haber vermiştir. İdareciler görevini yapmıyor da, idare edilenler yapıyor mu? Hayır. Tepkisiz, vurdumduymaz, nemelâzımcı, hakkını gasp edenlere ses çıkarmayan, bu tavrıyla haksıza ve zalime pirim veren, yardım eden bir toplum olmuşuz. Hâlbuki sevgili peygamberimiz; “Haksızlık karşısında susan, tepkisiz kalan insanları dilsiz şeytana” benzetmiş, nemelâzımcıları takbih etmiştir.([3]) O’nun şu sözleri de ne kadar ibretli:
“Gerçek mümin, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir”, “Yollarda insanlara zarar veren şeyleri kaldırmak, imanın şubelerinden bir şube (kısım) dir” ([4]), “Kim Müslümanların gelip geçtikleri yerden onları rahatsız eden bir şeyi kaldırıp atarsa, Allah ona sevap yazar ve cennetine kor”([5]) hadisleri ile Allah Resûlü 14 asır önce sosyal hayatın kural ve prensiplerini yayınlamıştır.
Çocukken hatırlarım; Bu hadislere ittiba eden (uyan) eski insanlar sevap kazanayım diye sokaklardan zararlı maddeleri, görüntüyü bozacak pislikleri toplarlardı. Şimdi bu adetlerimiz unutulduğu gibi, bırakalım başkalarının attığı pislikleri toplamayı, kendimiz sokaklarımızı geçilmez hale getiriyoruz. Bazı yerlerde küçük küçük parklar var. Emekliler, ihtiyarlar saatlerce oturuyorlar. Bir tek çöpü veya poşeti alıp çöp tenekesine atmadığı gibi, kendi de yediklerinin kabını ortaya atıp gidiyor. İşte eski ile yeninin farkı.
Avrupalı bazı seyyahların kitaplarından Osmanlı edep ve ahlâkını, duygu ve anlayışını, temizliğe ve sosyal huzura duydukları saygıyı,([6]) Allah korkusu ve kul hakları hususundaki hassasiyetlerini okuduktan, bir de bugünkü hali tefekkür ve tezekkür ettikten sonra insanın inanası gelmiyor ve “her halde bu gâvurlar dedelerimizden rüşvet almışlar da onlarla ilgili bu kadar güzel şeyler yazmışlar” diye düşünüyor insan(!)
Ayet ve hadislerden anlaşılan şu ki; hukukullahla ilgili günahları ne kadar çok olursa olsun, hatta Peygamberimiz; “sema ile arz arasını dolduracak kadar çok bile olsa”([7]) tabirini kullanıyor, kulların ümitsizliğe düşmeleri gerekmiyor, Allah dilerse onların tamamını affedeceğini müjdeliyor. Ama bir zerre miktarı kul hakkının da affedilmeyeceği, üstelik üzerinde zerre miktarı kul hakkı bulunan kişinin de hak sahibi ile ödeşmeden cennete kesin olarak giremeyeceğini ayet ve hadisler bildirmektedir. Fakat bunu anlayan, dinleyen ve kaale alan kim. Maalesef ve maalesef
Dipnotlar:
[1]- Et-Tâc, c. 1, s. 93.
2- Ebû Dâvûd, Edep 30.
3- Müslim iman 78 (49), 80(50), Ebû Dâvûd, Melahim 17 (4336), Tirmizî Fiten 9(2170).
4- Buhârî, Mezalim 28, Müslim, Birr 128.
5- Buhârî Tecrîd-i Sarîh. Hadis no 223.
6- Tarih ve Medeniyet Dergisi sayı: 8, s. 34.
7- Müslim, Zikir, 22.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.