Karşılığını Allah?tan Beklemek
05 Haziran 2017, Pazartesi 07:43İnsan olmanın gerekliliğini yerine getirebilmenin en önemli göstergesi, insanın yaratılış gaye ve hikmetinin bir ifadesidir. Bu ifade şekillerinin en önemlilerinden biri de, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı mahlûkatı için verdiği nimetlere hamd ve şükür vazifesini yerine getirme gayretidir.
Maddi ve manevi sayısız nimetlerle kuşatılmış bir varlık olan insan, her nefes alış ve verişinde bile iki nimeti aynı anda yaşamakta olup, Allah Teâlâ’nın insanoğluna lütfettiği maddî ve manevî nimetlerin tespit edilip sayılması mümkün değildir.
Kendi nefsin için ne istiyorsan, herkes için de onu istemen, kendin için istemediğin bir şeyi başkaları için de istememen ve tüm Müslümanların birbirlerine karşı dirlik ve dayanışma halinde olmalarını dilemen demektir.
Mü’min bir kulun tüm vakitlerinde namaz, oruç, hac gibi ibadetlerle meşgul iken, niyet ve düşüncesiyle tefekkür ederek olaylara bakışı çok mühim bir duygu ki, bu sayede en dünyevi bir iş bile ibadet hâline geliverir. Rasûlullah (s.a.v.):
“Ameller niyetlere göre değer kazanır. Kişi neye niyet ettiyse onun karşılığını alır…”(1) diye buyurmuşlardır.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.)’ın halîfeliği döneminde bir ara Medîne-i Münevvere’de kıtlık başgösterir. Tam da o sırada Hazret-i Osman (r.a.)’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmiştir. Kervanı görenler, buğday satın almak için koşuşurlar. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ederler. Hazret-i Osman (r.a.) ise:
“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” der.
Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde oradan ayrılıp halîfe Hazret-i Ebû Bekir’in yanına varırlar. Vaziyeti anlatıp Hazret-i Osman (r.a.)’ın bu tavrına üzüldüklerini bildirirler.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) ise, o fazîlet ehli sahâbînin bu davranışının altında muhakkak bir hikmet bulunduğunu sezerek:
“−Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz. O, Rasûlullah (s.a.)’in damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” der. Ardından beraberce Hazret-i Osman’a giderler. Hazret-i Ebû Bekir (r.a.):
“−Yâ Osman! Ashâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür.” deyince Hazret-i Osman (r.a.):
“−Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyorlar, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan Cenâb-ı Hak ise, bire yedi yüz veriyor.
Biz buğdayı, bire yedi yüz vererek alana sattık.” buyurur.
Sonra da yüz deve yükü buğdayı, Allah rızâsı için Medîne fukarâsına dağıtır. Kervandaki yüz deveyi de kurban eder.
Buna çok sevinen Ebû Bekir (r.a.), Hazret-i Osman’ı alnından öper ve:
“−Ashâbın, senin sözündeki inceliği kavrayamadıklarını önceden sezmiştim...” buyurur.
İşte niyeti güzel insanlar…
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Allah yolunda mallarını harcayanların misâli, yedi başak bitiren bir dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allâh’ın lûtfu geniştir, O her şeyi bilir.”(2)“…Allâh’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız, Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere…”(3)
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri bu hakîkati şöyle ifade buyurur:
“Maddiyâta meyledenler için hayat, deniz suyu içmeye benzer; içtikçe susarlar, susadıkça içerler.”
Bunun içindir ki Yunus Emre Hazretleri şöyle der:
Ne varlığa sevinirim,Ne yokluğa yerinirim,Aşkın ile avunurum,Bana Sen’i gerek Sen’i!..
Mevlânâ Hazretleri de ; “Bu fânî dünya pazarında mânevî altın kazanmak için müşteri mi istiyorsun? Allah’tan daha iyi müşteri var mı?” Zira bu dünya pazarında, Hazret-i Ebû Bekir (r.a.)’ın tâbiriyle; gece ile gündüz sermayelerimiz, sâlih ameller ticaret mallarımız, Cennet kazancımız, Cehennem de -Allah korusun- zarar ve iflâsımızdır.
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede:
“Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır...”(4) buyuruyor.
Nitekim Hazret-i Âişe (r.anhâ) Vâlidemiz herhangi bir sadaka vereceği zaman, o sadakanın ecrini zâyî etmemek için büyük bir titizlik gösterirdi. Yoksulun duâsına dahî aynıyla mukâbelede bulunurdu. Kendisine:
“–Hem sadaka veriyorsun, hem de duâ ediyorsun; niçin böyle yapıyorsun?” diye sorulduğunda şu cevâbı vermişti:
“–Onun yaptığı duânın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duânın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hâlis olsun, böylece infâkımın mükâfâtını sadece Allah’tan beklemiş olayım.”
Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:
“Sen varını-yoğunu, malını-mülkünü ver de bir gönül yap! Yap da o gönül; mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..
Yaratılan her şeyin sahibi Cenâb-ı Hakk'tır. İnsanların sahip oldukları herşey de Allah'a aittir. Öyleyse kulun yapacağı vazife, üzerindeki nimetlerin farkında olup Mevlâ’mızın razı olacağı hâlde tasarrufta bulunmak ve cömert olmaktır.
Ancak biz kullara düşen görev Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetlere şükredip mükemmel şekilde hâlkedilen İnsanın yaratılış maksat ve hikmetlerinden en önemlisi, insan olmanın gereklerini yerine getirebilmektir. Gönülden Muhabbetlerimle…
Dipnotlar:
1-Müslim, İmâret, 155; Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1; Îmân, 41. 2-el-Bakara, 261. 3-el-Müzzemmil, 20. 4-et-Tevbe, 111.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.