KAYSERİLİ ALİ ONBAŞI(2)
09 Temmuz 2016, Cumartesi 09:49Sözü de amma uzattık ha !. Peki, sadede geliyorum tamam kızmayın. Ancak şehit olma özlemi nasıl bir duyguymuş, buyurun hep beraber münasip bir şekilde doyasıya sindirelim.
Okuduğum bir kitaptan alıntıladığım bu hikâye Galiçya’da Ruslarla karşı karşıya geldiğimiz bir hadiseden ibaret.15 Eylül taarruzu için bataryalarımızdan biri hazırlık içinde bulunurken, yüksek çam ağaçlarıyla kaplı Ulu Dağ’ın tepesine bir gözcü göndermek mecburiyetinde kalırız. Çünkü bu tepenin arkasında Rus askerleri var ve onlar hücuma geçtikleri takdirde, hangi tepelerden geçeceklerinin gözetlenmesi ve dallar arasında saklanılan yerden de, gözlemlere dayanarak, bunların telefonla bizim birliğimize bildirilmesi gerekli. Ruslar da her an dağın tepesinde bir Türk hücumunun gelebileceği ihtimalini bildiklerinden, İşte bu saklı bulunulacak olan yüksek çam ağaçlarının da kurşunların tam hedef noktasında olacağı ve kurşun yağmuru arasında kalacağı da kesinlik kazanan bir gerçek.
Batarya komutanı soruyor:
Bu fedakârlığı gönüllü olarak kim gösterecek?
Ben hazırım kumandanım.
Kayserili Ali Onbaşı herkesten evvel ortaya atılmış ve elinde telefonu ve kucak dolusu kablo ile herkese veda ederek, tepeye doğru yol almıştı. Tepeye en hakim yüksek çam ağacına ki aynen dalları bir file gibi sık aralıklı buna rağmen tertibatını kurarak,kendi birliğine de ,telefonla bunları bildirmiş ve hazır olduğunu söylemişti.Ancak Ali Onbaşı biraz geç kalmıştı.Çünkü Rus askerleri onun tırmandığı çam ağacının yaklaşık üç yüz metre yakınına kadar onlarda tırmanarak gelmişler ve onun saklandığı çam ağacının telefon kablolarını görme imkanları yüksekti.Ancak bunları batarya komutanına anlatan Ali Onbaşı bulunduğu yeri terk etmeyeceğini bildirerek,Rus Askerlerinin yaklaştığını söyledi ve İlave etti:
“ Kumandanım ,şimdi vereceğim mesafeye bataryanızın namlusunu çevirin ve bütün kuvvetinizle yüklenin…Bana gelince, şu an hayatımın en mesut dakikalarını yaşadığıma inanıyorum.Çünkü bu çam ağacının dalları arasında ben iki büyük şereften birine namzedim; Ya şehit, ya da gazi olmak !..”
Batarya kumandanı Yüzbaşı, Ali Onbaşı’ya aşağıya inerek bulunduğu yerden kendini kurtarması için daha başka yerlere gizlenebileceğini bildirmesine rağmen, Ali Onbaşı ikna olmamış ve:
“Merak etme kumandanım. bu tehlike benim için asla mühim değil, Hem Peygamberimiz şehitliği o kadar yüksek bir makam olarak ilan etmiş ki, bizzat kendisi bile öldükten sonra yeniden dirilerek tekrar şehit olmayı istediğini beyan buyurmuşlardır.”
İşte iman gücü budur. Islama olan bağlılık ve teslimiyet budur. Bizimle uğraşmayı şiar haline getirenlerin ve içimizdekilerle kurdukları bağlantılarla hep birlikte hareket etmelerinin sebebi yine budur. Bu iman ve teslimiyet bizlerde devam ettiği/ettirildiği müddetçe de bu kaleyi yıkamayacaklardır, ne yaparlarsa yapsınlar, ne oyunlar oynarlarsa oynasınlar, başaramayacaklar. Ancak unutmayalım ki; bizlerde düşmanın silahı ile silahlanıp, günün şartlarına göre gereken tedbirleri almak zorundayız.
Yine Ahmet Şahin hocamızın aktardığı bir vakıa’da Uhud harbiyle ilgili. Peygamberimizin(s.a.v) elindeki kılıcını yukarı kaldırarak: “Hakkını eda etmek şartıyla bu kılıcı kim eline alır? “ dediğinde Ashap her bir ağızdan: ben….,ben…, diye ellerini uzatırken, kılıcın üzerinde yazan: “Korkaklıkta ar,ileri atılmakta şeref ve itibar vardır;halbuki insan korkmakla kaderden kurtulamaz.” Yazısını okuyup manasını düşünmekle meşgul olan Ebu Dücane: “ Ya Resulullah bu kılıcın hakkı nedir ki ? diye sorar. Hz. Peygamber(s.a.v.) :iki kat oluncaya kadar düşmana çalmaktır.” Buyurduğunda, Ebu Dücane kabul ediyorum diyerek kılıcı almış ve hakikaten hakkını layıkıyla vermeye başlamıştı.
Bu arada Kuzman adında biriside Ebu Dücaneden geri kalmayacak şekilde kahramanlık ve şecaat örneği gösteriyor, fakat peygamberimiz onun için, “ O,Cehennemliktir.”buyuruyordu. Kuzman aldığı bir kılıç darbesiyle yuvarlandığında ashap başına toplanmış, kendisine “ Şehitlik makamın mübarek olsun ya Kuzman… Demişlerdi. Ancak peygamberimiz kendisi için “Cehennemliktir” derken bunu anlayamayan ashaba Kuzman’ın gerçek niyetini belli eden açıklamasıyla durumu kavramakta gecikmediler. Şöyle diyordu Kuzman: “Benim aklımdan şehitlik rütbesi diye bir şey geçmiyor; dinin müdafaası ise onu hiç düşünmedim. Ben ancak düşmanın Medine hurmalıklarına vereceği zarardan korktum. Bir de beni evde gören kadınlar başıma bir örtü atarak sen madem Uhud harbine iştirak etmiyorsun, o halde başına bunu örterek köşede otur da erkek sanmayalım, diye hakaret ettiler, onun için geldim.” Diyor…. Ve Kuzman yaraların acısına dayanamayarak intihar ediyor.
Bizim gazilik ya da şehitlik anlayışımız, din, iman, vatan, Allah için vuruşmamızın sevdası budur. İnancında bunu taşıyan bu toprağın insanı sadakatle bu rütbeler için canını ortaya koymuştur. Çünkü bu toprağın insanının özünde mayasında olan gerçek budur… Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda, işte bu gerçeği ifade eden dizeler değil mi?
Hal böyleyken; her kafadan ayrı seslerin yükseldiği, herkesin kendi telinden çalıp söylediği kafası karışıklıklarının gırla gittiği bir ortam da, Hrant Dink ‘le başlatılan ifadeler, Hakkâri Uludere’de yaşanan münferit hadiseler derken, herkesin kendi penceresinden olaya getirmeye çalıştığı izahlara birde hükümet yetkililerinden birinin sözleri damgasını vurdu. Peki, neydi o açıklamalar:
SİVİL ŞEHİTLİK Bizim yaptığımız bir şehitlik tanımı değil. Ben hoca efendilere de bu konuyu sordum, nedir ne değildir diye. İslam açısından baktığınızda esasında bir kişinin şehitlik makamını vermek veya almak bizim elimizde değil. Takdir Allah'a aittir. İslam eşit davranmayı emreder.(yazıya devam edilecektir)
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.