KENDİMİZİ TANIMANIN GEREĞİ
29 Temmuz 2017, Cumartesi 08:50
Tarihimizin derinliklerinde insanlığa medeniyet ve adalet götürmüşlüğümüz vardır. Evet, övünme noktasında göğsümüzü gere gere etrafımıza söyleyecek sözlerimizde vardır. Geçmişine dair taşınan izler iyi takip edilir ve ders alınırsa geleceğe ait tasarımlarda o nispette somut ve kuvvetli hale gelir. Hamd olsun Türk Milleti olarak temiz bir sayfamız vardır. Bunu öğrenmek ve buna layık olabilmek için çalışmakta bizlerin birinci derecede görevi olmalıdır.
Her millete nasip olmayan bu güzelliklerin altın yaldızlarla bezenmiş muhtevasını sindirerek içselleştirmek bir devlet politikası ve vatandaşlık sorumluluğunu gerektiren baş proje olmalıdır. Neden bunu yapmalıyız diye sorma gereği duymuyorum, çünkü geçmişinden izleri silinenin tarihten de silindiğini hatırlatmama bilmem gerek var mı?
Eğer okullarda okutulan eserler sadece bilgi ve kronolojik sıralama yükü getirip ruh vermekten uzaksa işte bu durumda sakıncalıdır. Ve öğrencinin nezdinde tarih sadece bir ezber ve not alma zorunluluğu getirir sorumluluk kazandırmaz.
Ruhen kendini Malazgirt’te, Seddülbahir’de, Dumlupınar’da Gelibolu’da hissetmeyen şuur kazanma konusunda müşkül yaşar. Geçmişin silinmez izleri üzerinde geriye doğrulup ileriye öne doğru adım atabilmenin güzelliği işte bu tarihi serüvenin alınması gereken kıssasında gizlidir. Bir insanın vatanına sahip çıkması demek, vicdanını yitirmemesi demektir. Şöyle ülkemizi gezip dolaşsak uğrasak herhangi bir aileye sorsak mutlaka Çanakkale’de, Dumlupınar’da bir şehidi vardır, ya ailesinden ya da yakın tanıdıklarından.
Din ve dünya işlerini bütünleştirmek isteyen tarihteki yaşanan hadiseleri örnek alarak bu ilimden faydalanmalıdır. Tarih hakikaten bir hazine üstten alta doğru yavaş yavaş derinliğine ağacın bir nevi yer altındaki uzantılarına doğru atılacak adımlar bizi alacağımız derslerle beraber birçok yanılgılardan ve ön yargılardan uzaklaştıracak ileriye doğru sağlam ve emin adımlarla gitmemizi sağlayacaktır.
Biz hem İslam öncesi Türk tarihimizin temel meselelerini ve medeniyetimizi hem de İslam inancıyla beraber değişen kaderimizin kodlarını ve yol haritasının nasıl bir şekle büründüğünü bilmeliyiz. Aslında bu bir davadır. Bu ciddi bir sorumluluk gerektirir. Samimi bir şekilde kendi tarihinin simgesel değerleri ile beraber ruhunu sezinleyen bir Türk gencinin başkalarına hayran duyması mümkün olmadığı gibi başka bir ülkenin affedersiniz uşaklığına bile soyunmaz. Bugün samimice ortaya koyalım ki; okullarda zorunlu olarak okutulan tek tipçiliğe dayalı ve geçmişin izlerini silmeye ve yok etmeye yönelik laikçi anlayış ve baskılar sonucunda yeni yetişen gençlerimiz arasında ruhen bir boşluk oluşmuş ve bizim gençlerimiz yeri gelmiş dışarıdaki fikir babası sömürgecilerin bayrağını sallar hale gelmiş, özenti duymuş yeri gelmiş pisipisine, pis bir dava uğruna canından olmuştur.
O zaman şöyle bir yargıya varabiliriz. Tarih kendine yapılan ihaneti asla affetmez. Bizler milletini yükseltmiş, canını davası uğruna ortaya koymuş, medeniyet meydana getirmiş atalarımızı yok sayamayız. Bugün sözde medeni milletleri geçmişine ait bir tek taşın kutsiyetine inanıp saygı gösterirken bizim kendi medeniyetimizin değerleri bugün somut biçimde başka ülkelerin müzelerinde hırsızlık sonucunda götürülmüşlerdir. Hele de değerine tarih kıymeti yönüyle paha biçilemeyecek geçmişimizin izlerinin belgeleri olan Osmanlıya ait belgelerin nasıl bir pişkinlikle çuval çuval Bulgarlara satılması var ya işte bu bir devletin o günkü aymaz yöneticileri için hakikaten affedilemeyecek bir durumdur.
Dünyanın gıpta ettiği ünlü şahsiyetlerimiz olduğu kadar ne yazık ki; vatanına ve milletine insanlığa yakışır davranmayanlarında olduğunu bilerek bağrımızdan çıkan bu tarihi şahitliğimizi unutmamalıyız. Yüreğinde doğruluk taşıyan ve dergâha giren odunların bile dosdoğru olmasına titizlik gösteren bir Yunus Emre’yi unutmak mümkün mü? Eserleriyle hala dünyanın en gizemli Mimarı olan Mimar Sinan’ı ve dünyanın tüm insanlarını kurtuluşa çağıran Mevlana’yı tarihimizin seçkin simalarını elbette Türk genci bilecektir.
Mevlana’yı anarken ondaki bu mertebeyi bilmek bu kaynağın kökenine inmek ve Yunus’tan sevgi dolu bahsederken onu bu tahta oturtan halleri bilmek gerekir elbet.
Sinan’ın çekicine enerji veren kuvvetle Barbaros’un gemisini şişiren kudret aynıdır. Ama bu ruhu tanıtacak olan kimlerdir peki?
Fatihe gemilerini karada yürüten inanç ve kuvvet ne ise, Merkez efendiye mesir macununu şifa olarak dağıttıran kuvvette yine O’dur.
Zekâsı zihni melekeleri kalpleri ve gönülleri ile fetihler yapan bu insanlar hep Allah’a gönül vermiş kalben ona teslim olmuşlardır. Aradan geçen asırlara rağmen hala bunlar daha dün gibi eserleriyle herhangi bir kanuna gerek duymadan anılıyorlarsa, nedir bunları anılır hale getiren güç? Nedir onarlı kalplerde yaşatan sevda, işte bunun mihenk taşını bilmek gerekiyor, sadece bilmekte yetmez düşünmeliyiz ki niçin günümüzde bir Sinan yok? Bir Fatih niye yok, niçin bir Akşemsettin yetişmiyor, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli neredeler?
Şu son dönemlerdeki tarihimizde yaşanan tahribat başka hangi millette var? Bir elbise için ölçü veriyoruz da bizden olmayan bir sosyal sistemi almaya kalkışanlar sosyal bünyemize gerçekten uyup uymadığı konusunda ciddi bir ilmi araştırma yapmıyor da sadece hissiyatlı bir emrivaki ile kültürümüze bir kalemde çizgi çekiliyor*
Mazi ile alakasını kesen kendine ihanetin en büyüğünü yapar. Manevi değerler yoksun ve ahlaken soysuzlaşan bir toplum ise en kısa zamanda çöker. Eğer bugün bütün bu zorluklara rağmen direnebiliyorsak derinde var olan inancımızın tezahüründen başka bir şey değildir. Bizim atalarımızın üzengisini öpmek için eğilenlere biz bugün kapılarında çalışmak için ayaklarına gidiyor ve her bir şeyimizi üretmeden onlardan alıyorsak bu utançtan başka ne olabilir? Adaletin çınarı olan dedelerimizi değil de kötülüğün odak noktası pınarı olan gâvurlara özenti duymak kadirşinaslık mıdır?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.