KİMLİK MÜCADELESİ
11 Eylül 2019, Çarşamba 09:20Derin ve karanlık ilişkiler her toplumun tarihinde yer alır. Bizim tarihimiz altın sayfalarla dolu olsa da, bu sayfalar arasına serpilmiş ancak derin bir tortu olarak varlığını sürdüren ve ders alınması zaruri yet arz eden bu gayri yapılanmaları mutlaka tespit etmek ve gereken önlemleri devlet yapılanması içerisinde almak gerekir. Değilse karanlık ilişkilerin kendi gizli varlıklarını sürdürme adına yapmayacakları kötülük yoktur. Hatta elde ettikleri kötü niyetli insanları kendi devletine ihanet ettirerek sırf şahsi menfaatleri veya çeteleşmeleri uğruna koskoca bir ülkenin mahvına sebep olacak işleri dahi yaptırtabilirler. Mesela Mustafa Reşit Paşa İngilizlerle yaptığı anlaşma ile 1838’de; gümrük vergisi (0) olarak İngiliz mallarının Osmanlı Ülkesine girmesini sağlamış ve Milli Endüstrinin kurulamaması yönünde en büyük dış etkene imza atmıştı. Yine 1876’da Sultan Abdülaziz’i ortadan kaldırmaya ahdetmiş kötülük timsali Hüseyin Avni Paşa, cinayeti üç kişiye işlettirmiş ve ona bileklerini kendi kestiye getirerek intihar süsü verdirmişti. Böylece bu derin suikast işlemleri başlatılarak, hem iç hem de dış mihrakların ortaklaşa çalışması ile günümüze kadar, Dul Kadının Süvarileri şeklinde gele gelmişlerdir. Biliyorsunuz benzer bir akıbette Merhum Ziya Ül Hak içinde yapılmış, bulunduğu uçakta ABD dışişleri başkan yardımcısı da bulunmasına rağmen, kendi ülkesinini geleceği adına bu adamı feda etmişlerdi. Halen o uçağın nasıl düşürüldüğü belirlenemedi. Yani her daim gizli bir el, olayların gidişat ve seyrine göre kendileri ne tehlikeli gördüklerini ya da çok şey bilenleri, daha fazla ileri gitmesin diye “kim vurdularla” dolu bir akıbete gönderebiliyorlar maalesef.
Bir milleti millet yapan değerin kaynağı neydi? İslamiyet.(Türk islamla şereflendikten sonra gerçek manasını bulmadı mı? İslam’la özdeşleşir hale gelmedi mi? Bugün Balkanlarda birisine Müslüman inancında mısın diye sorulunca,”elhamdülillah Türk’üm der”Çünkü orada atalarımız Osmanlılar hak ve adaleti herkese tesis ettiklerinden ve kendileri kurucu olarak Türk olduklarından Osmanlı Türk’ü islamiyetin kalesi, koruyucusu, bekçisi, hamisi, şerefyabı olarak bilinir, bugün bile hala öyledir. Şu anda bile Türkiye batılının gözünde hala Osmanlıdır.) Hayatına yön veren ilke ve prensipler nedir? İslamiyet. Bilim, teknoloji, kültür sanat, ahlak edebiyat kısaca aile toplum ve milletin hayat ekseninde takip edilecek ve kaynak alınacak ona ruh ve değer kazandıracak nedir? İslamiyet. Böyle bir toplumda kendi devletini kurmuş, düzen oluşturmuş, her işinde Allah’a(c.c.) hesap verme endişesi taşıyorsun ve yaşadığın ortamda hareketli canlı bir devlet olmuşsun ve onu seviyorsun. Bu sevgi işini abartmadan diğer toplum ve devletlerle de insani ölçülerde ilişkilerde bulunuyorsun. İçinde ve işinde böyle bir ideal taşıyorsun ve buna milleti oluşturan değerlere sahip çıkma koruma, taşıma, aktarma gibi mesuliyet duygusu yükleyip bunun adını milletini sevme yüceltme yüksek tutma varlığını koruma anlamında milliyetçilik olarak tanımlıyorsun. Neden buna karşı hemen farklı yorumlar getirilip batı tipi burjuvazi milliyetçilikle eş değer tutuluyor. Haydi, işi ben daha da ileri götüreyim. Böyle bir milli davayı, yani İslami olan her şeyi, genelden özele hayatında bir ukde olarak alan ve taşıyana da (yani yaşayana da) Ülkücü denir. Çünkü her insan bu davayı omzunda taşıyamaz, nefsine ağır gelir. Katlanamaz ancak buna gönül veren için zor değildir. Hani Ömer Okçu’nun dediği gibi o dava için “derdimi seviyorum”der. Peki derdimiz nedir? Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktır. Daha başka açıklamaya gerek varmı bilmem.
Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti sanatı edebiyatı kültürü iktisadi yapısı devletinde yaşattığı büyük insanlık idealiyle milliyetçiliğin en büyük temelini attılar. Ve Osman oğullarını hazırladılar.(7)
Bugün Ülkemizde yaşanılan sorunların temelinde: kendimizi kendimiz yapan değerler üzerine oluşturulamayan ve kültürel dairemizde kendine yer bulmaya çalışan batıdan içeri sokulan fikirler ile kafa karışıklığı yaşamamız, kendi kuvvet kaynaklarımızı göz ardı ederek maziyi küçümsememiz ve bir zihin bulanıklığı içinde olmak lığımız yatmaktadır. Hâlbuki onlar yani mazi bir zincirin halkalarıdır ve o halkalar sağlam olmalı ki; sağlıklı bir yapılanmaya temel teşkil etsin. Maziden Hale uzanan yolda eskimeyen değerler üzerine günün değişen ve gelişen şartları doğrultusunda özümüzden kopmadan bilim kültür sanat edebiyat fen ve teknoloji üzerinde yoğunlaşsaydık, kaybettiğimiz değerleri kaybettiğimiz yerde aramış olsaydık, bugün adı ne olursa olsun gücümüzün doruğunda aksiyoner kimlikli bir yapımız olacağı kesindi. Ortadoğu Balkanlar Avrupa tüm dünya yine Türk’ün adaletini ve insanlığa katkısını öğrenecek, Türklüğün şahikasına şahit olacak, İslamiyet’in yüceliğini evrenselliğini kavrayacaktı.
Hucurat suresi Ayet: 10’da Rabbimiz “Müminler ancak kardeştirler” buyurur. Ben sana gel kardeşim dersem, sen de:” ben gelmem, sen milliyetçisin” mi diyeceksin? Evet, arkadaşlar bu kardeşlik duygusu Müslüman’ın kalbine hâkim olmalı. Tüm cemaatler (Allah(c.c.) rızasını gözeterek çalışan, maksatta ve hedefte yekvücut olmalı. Müminler birbiriyle değil, din düşmanlarıyla uğraşmalı. Birbiriyle mücadele verenler müspet hareket edemezler. Müslüman’ın müslümanla mücadelesi hiçbir zaman cihat olmaz, olsa olsa fitne olur. İlayı Kelimetullah’ı gaye edinen nefsi cihadı yapmalı. Ama tüm cihatların temelinde de “İlmi Cihad” olduğu unutulmamalı. Çünkü İslam’ın ilk emri “Oku”dur. Bedir Savaşında, sahabeden Usame Bin Zeyd aldığı esiri, samimi olmadığını, canını kurtarmak amacıyla “Şahadet” getirdiğini sanarak öldürmüştü. Hz. Peygamber (s.a.v.) olayı kendisinden dinlemiş, çok üzülmüş ve Usame’ye “ Nasıl anladın samimi olmadığını? Kalbini yarıp baktın mı ?” diye sormuş keder ve endişeyle… Kalbini yarıp baktın mı? Bugün bizler bu hatalara düşmüyor muyuz? En iyimiz bile birbirimizi sürekli çekiştirip gıybet ediyor, onu bunu şucu bucu olmakla suçluyor, kendimizde hiç suç koymuyoruz. Hâlbuki Hiçbir şey insanı yanlış tanımaktan daha acı değildir. Allah’ın(c.c.) kendi ruhundan üflediği bir varlığı incitmeyi kim ister? Bundan dolayı tıpkı bir zamanlar kendi siyasi fırkasına oy vermeyenleri dairenin dışında görenler bu yetkiyi kimden almışlar,öyle bir şeyi Ortaçağ’da Avrupalı bezirganlar yapıyordu.Lütfen artık bu tür suçlayıcı ithamlar bitsin.önümüze bakalım.Bu ithamların kimseye faydası olmaz.Bırakın herkes her gurup her cemaat sırf Allah(c.c.) rızasını kazanma ümidiyle çalışıyorsa böyle hizmet etmek istiyorsa öyle yapsın.O öyle yapsın bende böyle.Ancak temel hareket noktamız din kardeşliğimizdir.Buğz çekememezlik olmasın.Yapabilene hizmette sınır yoktur.Haydin Yarışa….!!!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.