KİTAPLARLA DOST OLALIM ? 4
02 Nisan 2015, Perşembe 00:00Ali Emîri Efendi bir ömür topladığı, 100 bin civarında paha biçilmez eseri milletine hediye etmek, kitapseverlerin hizmetine sunmak ister ve bir münasip yer aranır.
Fayzullah Paşa Medresesi beğenilir ama, o günlerde oranın da içine ameleler girmiş, her tarafı yıkıp yummaktadır. Çünkü burası yıkılacak, yerine de Mızıkay-ı Hümayun için, merasim meydanı yapılacak. Buranın kütüphane olması, yapılış gayesine de uygun düşeceği yolunda yapılan müracaatlar kabul edilmez.
Fakat Fransız Elçisi, hanımı ile bir geziden dönerken, buranın yıkıldığını görür ve böyle nadide ve tarihi estetiği olan bir eserin yıkılmaması için, Padişaha müracaat ederler. Özellikle elçinin hanımı Madam Bompart’ın ısrarları neticesinde, yıkımdan kurtulan bu bina, Ali Emîri Efendiye verilir ve burada bugünde mevcut olan, Millet Kütüphanesi açılır.
İstanbul işgal edilince Fransız Komutan Molier, bu emsalsiz eserlerin bulunduğu kütüphaneyi satın alıp, memleketine taşımak ister.
Ali Emîri Efendiye; “Sana 30 bin altın (o dönemde çok büyük bir servet) Fransa’da bir köşk, ömür boyu maaş, emrine aşçı ve hizmetçiler verelim” gibi çok cazip tekliflerde bulunur ama Ali Emîri Efendi; “Ben bu kitapları devletimin verdiği maaşla, milletimden topladım. Bu kitaplar benin değil, milletimindir. Satılık değildir” der ve bütün ısrarlara rağmen satmaz.([1])
Milli kültürümüzün bu değerli hazineleri de bize kadar bazı nev-i şahsına münhasır dediğimiz bediî zevki olan insanlar sayesinde gelmiştir.
Tahirül Mevlevi kütüphanesinden kitap isteyen gence “hayır” der sebebini sorunca duvarda asılı olan ve: (el ılmü lî zevce-İlim benim zevcem, eşim) yazılı levhayı gösterir ve sevgili emanet verilmez der.([2])
Velid Ebüzziya, İstanbul işgalinden sonra, İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edilen kişilerdendir. Memlekete dönerken 15 sandık kitapla dönmüş, sürgün hayatını bile kitap toplamakla değerlendirmiştir.([3])
Tarihte Miri Efendi diye Hüsn-ü Hat ve kitap meraklısı biri, varını yoğunu bunlara döker, nerde bulsa ve duysa toplarmış. Bu saha ile hiç alâkası olmayan, bütün derdi para ve mal toplamak olan biri ona şöyle demiş:
“Azizim Miri Efendi. Toplayacaksan nakit veya mal topla, bunu beceremezsen aklını başına topla”
Gerçekten Ecdat emaneti olan bu kitapları ve kütüphaneleri hakkıyla koruyamamışız. Onların birçoğunu ya atmışız, ya satmışız, yâda küp kapağı yapmışız. Kütüphanelerde, tekke ve türbe dehlizlerinde, cami bodrumlarında çürümeye, yok olmaya terketmişiz.
Halbu ki Prof. Osman Turan Rahmetlinin de dediği gibi;
“tarih bir milletin hafızasıdır. Tarihini bilmeyen insanlar, hafızası olmayan kişiler gibidir”.
Rahmetli Arif Nihat Asya'nın:
Şu kitaplar Fatih’tir, Selimdir, Süleyman’dır.
Şu mihrap Sinaüddin şu minare Sinan’dır.
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır.
Niçin hâlâ gündelik işlerle telâştasın.
Fatih'in İstanbul’u fethettiği yaştasın
diye yalvarışları bile fayda vermiyor ve bugün onları okumak, onları tanımak, onlarla haşir neşir olmak için bir gayret içinde değiliz. Okullarıyla, basınıyla, yayınıyla, kültür politikasıyla öyle yozlaşmış, öyle dejenere olmuşuz ki, beş bin sene önce yaşamış antik çağ Yunan filozoflarını okuyoruz, okutuyoruz tanıtıyoruz da, tarihi ve manevi bağlarıyla ilgili eserleri, genç nesile maalesef tanıtamıyoruz. Neticede gençlerden vatan düşmanı, millet düşmanı din ve tarih düşmanı olanları tenkit ediyoruz. Bugün gençliğe verilmek istenen felsefeyi rahmetli Necip Fazıl şöyle dile getirir:
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil
Barajlar dolusu şarap sebil üstüne sebil.
Dipnotlar:
1- Tarih ve Düşünce Dergisi, sayı: 2, s. 72.
2- Tarih ve Düşünce Dergisi, Haziran 2001, s. 38.
3- A. E. Yalman, a. g. e. c. 1, s. 579.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.