Kokuşan Asırlar (2)
31 Ocak 2019, Perşembe 08:31Hıristiyan ilahiyatçılarına göre; Hıristiyanların dini hayatı vaftiz olduğu andan itibaren başlıyor. Yani kişi vaftiz olduğu anda, her türlü günahlarından, yani maddi ve manevi kirlerinden arınmış, temizlenmiş, kutsal bir boya hükmünde olan vaftiz suyu ile boyanmış, tabir caizse galvanize edilmiş kabul edilir. Yeni ve kutsal bir hayata başlamış, yani yeni doğmuş farz edilerek, daha önceki hayatı hesaba katılmaz.(1)
İşte bu kutsal suyun ahirete kadar kalması, bu manevi zırhın bozulmaması, galvanize edilmiş madenler gibi kaplamanın deforme olmaması için bir daha üzerine su almak, yıkanmak, suya girmek… yasaklanmış, girenlerin iman zafiyetine hükmedilmiş, böylece kokuşma asırları da başlamış.
Hıristiyanların bu inançlarının yersiz, lüzumsuz ve zararlı olduğunu belirtmek için Yüce Allah şöyle buyurur:
“Allah'ın boyası ile (boyanın). Allah'tan daha iyi sibğa (boya) yapan kimdir? Biz ancak O’na kulluk ederiz.”(2)
Bu durumda âyet-i kerime'nin şu manada olduğu anlaşılır: “Allah'ın yaratışı varken ey Hıristiyanlar! Sizin bu çocuğu bir suya sokmanız ne fayda verir. Çocuğun ruhu bir su ile ne temiz olur, ne de Hıristiyan olur. Allah'ın boyamasından daha iyisini kim yapabilir. Onların ruhları Takdir-i Rabbani ile temiz ise, temiz olur, yoksa temiz olmaz. Su hiç bir fayda vermez.”(3)
Ortaçağda papazlar; bu kutsal su ile vaftiz olduktan sonra, bir daha yıkanmamayı dini bir vecibe telakki ediyor, bunu tavsiye ediyor, yıkanıldığı takdirde kutsal sihrin bozulup, ilahî tılsımın izale edilip vücudun korumasız kalacağını, dolayısıyla korumasız kalan bedenlere ve ruhlara da şeytanların, kötü ruhların hâkim olacağını söylüyorlardı.
Rahip Ethines derki; “Rahip Anteni, ömrü boyunca yıkanma günahını irtikâp etmemiştir. Rahip Abraham'ın yüzüne ve ayağına elli sene su değmemiştir” İskenderiye rahibi de şöyle serzenişte bulunuyordu: “Yazıklar olsun, bir zamanlar yüzün yıkanmasını haram addederdik. Şimdi ise hamamlara gidiyoruz.”(4)
Papazlar saplandıkları bu batıl inançları yüzünden bedenlerini ve elbiselerini yıkamazlar, saç ve sakallarını kesmezler, yanlarına yaklaşılamayacak kadar pis kokarlar ve bu hususta ne kadar ifrata gidilirse, dinlerine o derece bağlı olduklarını, hatta azizlik mertebesine bu sayede yükselebileceklerini! halka empoze ederlerdi.
Halkımız arasında hâlâ saçı-sakalı uzamış, bakımsız, pis ve pejmürde olan kişilere “ne bu durumun papaz gibi” derler. Ortaçağda Fransa’yı ziyaret eden Müslüman âlimlerden Tartusî şöyle der; “Halkın elbise yıkama adetleri olmadığı için, giydikleri şeyleri artık giyilemeyecek kadar eskidikten sonra ancak çıkarıp atıyorlardı.”(5)
Kendisi de bir Hıristiyan olan Makx Kemmerıch, dilimize de tercüme edilen “Tarihteki Garip Vak’alar” isimli kitabında şu bilgiyi verir:
“Allah'ın emirlerine itaat ederek yaşamaya önem veren Hıristiyan sofular, Ortaçağın ilk devirlerinde yıkanmazlardı. Azizelerden Elisabeth bu zevkten (yıkanma zevkinden) öylesine kaçınıyordu ki, kokmaya başlamış, etrafındakiler bu kokuya dayanamaz hâle gelince, onu yıkanmaya zorlamışlardı. Fakat başarıya ulaşamadılar. Çünkü kadın suya değer değmez fırlayıp kaçtı ve işlediği günahtan dolayı tövbe etmeye başladı.”(6)
Fransa Kralı 14. Louis (Lui) hayatında sadece bir kez banyo yapmıştır.(7) Birçok tarihi kaynakta bu durum zikredilmektedir. Asker menşeli hukukçularımızdan olan, emekliliğinden sonra Milliyet Gazetesinde uzun yıllar köşe yazarlığı yapan ve birçok kitabı Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan A. Ragıp Akyavaş, “Derken Efendim-1” isimli kitabında, Paris’te Grevin Müzesinde, 14. Lui’nin hayatında bir defa içine girip çıktığı bu banyoyu gördüğünü zikreder.(8)
Yini Makx Kemmerıch şöyle yazar: “Paris’te 14. Lui zamanında hiç kimse sokakta giderken tepesine pis bir şeyin dökülmeyeceğinden emin değildi. Ancak geniş caddeler biraz emniyette idi. Her an bir pencere açılarak söylenen (Gare L'eau) seslenişinden sonra, bir lâzımlık veya leğen muhteviyatı aktarırlardı. Şehrin hiçbir sokağında bundan ve korkunç bir kokudan kurtulmak mümkün değildi. Umumi abdesthaneler olmadığı için sokak köşeleri, duvar dipleri, sarayların ve kiliselerin civarı bu hizmeti görürlerdi. Sarayların, kiliselerin ve müzelerin avlularında, salonlarında ve kapı arkalarında güpegündüz bu nevi ihtiyaçlar görülürdü. Kimse de bir şey demezdi. Yalnız 3. Henri biraz temizmiş ve 1587 senesi Ağustosunda bir tebliğ ile her sabah kendisi kalkmadan önce bahçede ve salonlardaki bütün pisliklerin temizlenmesini emretmişti. Buna rağmen ispanya ve Fransa kral sarayları çok şiddetli ve fena bir koku yayar, bunu ıtriyat (parfüm) kokuları bile bastıramazdı. Bunun için 17. asırda birisi lazımlığı keşfetmiş, bu icat saraylara kabul edilerek kokunun biraz önü alınmıştır.”(9) 1780 de halkın protestosu üzerine polis lâzımlıkların pencerelerden sokağa dökülmesini! Yasaklamıştır.
Dipnotlar:
1- İncil, Markos. 10: 35.
2 Bakara Sûresi, 138.
3- Mehmet Eminoğlu, Çağımızı Aydınlatan Kur’an Mûcizeleri, Hizmet Kitabevi, Konya 1978, 5. baskı, s. 244.
4- Ali en-Nedvî, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, Terc. İbrahim Düzen, Mustafa Topuz, Çelikcilt Mat. İst. 1966,s. 134.
5- Fernand Grenard, “İslâmda Tıp”, terceme Mehmet Coşkunses, Zafer Dergisi, 1988, Sayı 137, s. 29.
6- Makx Kemmerıch,“Tarihteki Garip Vak’alar”,Terc. Behcet Necati, s. 1.
7- Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Kültür Yay. 2012/01 s. 123.
8- A.Ragıp Akyavaş,“Derken Efendim-1”,TDV Yay.Ankara 2007, s.325.
9- Makx Kemmerıch, a. g. e. s. 8-10.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.