Kokuşan Asırlar (7)
06 Şubat 2019, Çarşamba 08:24Ortaçağ boyunca, bağnaz, yobaz ve fanatik din adamlarının telkin ve öğretileri neticesi, sudan kobra yılanından korkarcasına kaçtıkları, hijyen ve temizlikten fersah fersah uzaklaştıkları için Haçlı dünyasında salgınlar ve bulaşıcı hastalıklar hiç eksik olmamış ve her gelişinde on binlerce insan öldürmüştür.
1347 de Cenova’da farelerden bulaşan bir veba salgını başlamış. Bu salgını, karanlıkta gözlerinin parlaması sebebiyle cadıların temsilcisi kabul ettikleri kedilerin başlattığına inanmışlar. Nerde gördülerse kedileri katletmeye başlamışlar. Esas salgının sebebi fareler, ama kediler öldürülünce fareler alabildiğine çoğalmış tabii ki veba salgını da kıtanın her tarafını kaplamış ve kıta nüfusunun takriben yarısına yakını telef olmuştur.(1)
Avrupalılar bu pisliklerini göç ettikleri Amerika’ya da taşımışlar, 1492’li yıllarda Prensilvanya ve Virjinya gibi eyaletlerde “banyo yapmayı, yıkanmayı yasaklayan kanunlar” çıkarmışlar, Filedelfiya Eyaleti biraz daha ileri gidip; ayda birden fazla yıkananları mahkeme kararı ile hapishaneye göndermiştir. Yüksek topuklu ayakkabıların icat ediliş sebebinin sokaklardaki aşırı pislik olduğu tarihi rivayetlerdendir. Avrupa’da gelinlerin ellerinde çiçek buketleri taşımalarının sebebi de, yılda birkaç kez ancak yıkandıkları için, ilk günde erkeğe biraz güzel kokmak için olduğu zikredilmektedir.(2)
Bunlar biraz radikal sözler, fanatik fikirler gibi gelebilir ama gerçeğin ta kendisidir. 1600’lü yıllarda İstanbul’a gelen İngiliz büyükelçi, bina içinde lazımlığa yaptıkları pislikleri pencereden attıkları ve ikaz edildikleri halde bunu yapmaya devam etmeleri sebebiyle, Tarabya’da şehirden uzak bir yerde ikamete mecbur edilmiştir. 19. Yüzyılda söz vermeleri üzerine Taksimde oturmalarına müsaade edilmiştir.(3)
Aslında bu söylenenlerin mübalağa ve iftira olmadığına fazla delil, vesika sunmaya falan gerek yok. 100 sene öncesinin hayatını yansıtan kovboy filmlerine baktığımızda her şey anlaşılabilir. Bir leğen veya çanak içindeki suda defalarca elini ve yüzünü yıkayan insanlar, bir fıçı içine girip yıkandığını, temizlendiğini zanneden, saçı sakalı birbirine karışmış, günlerce çizmesini çıkarmayan kişiler… her şeyi anlatmaktadırlar.
Bugün bile Avrupa otellerinde suyla taharet mümkün değildir. Klozetlerden taharet yapmak için akan su yoktur. Kâğıtla silip güya temizleneceksin. Peki, onun bulaşığı ne olacak? Klozetin pisliğini temizlemek için akan su vardır, ama insan bedenin temizlenmesi için akan su yoktur. Bizim suyla yaptığımız temizlik ile bunların yaptığı kıyas kabul etmez bir durumdur. Her ne kadar ihtiyarlıkta, oturup-kalkması biraz zor olsa da, Alaturka tuvaletlerde bizim dededen kalma oturuş şeklimizin bile, sıhhî yönden ne kadar faydalı olduğu tıbben bugün ispat edilmekte, oturuş pozisyonu itibariyle, büyük-küçük abdest bozarken fazlaca ıkınmaya gerek kalmadığı için kabızlık, hemoroit gibi hastalıklara Avrupalılara nazaran daha az rastlanmaktadır.
İkinci Dünya Savaşında malum Almanlar Yugoslavya’ya kadar gelmişlerdi. Bir Alman general askerleri ile beraber gelmiş basit bir dinlenme tesisinde tuvalet sormuş, ilgililer de tarlaları gösterince, general kızmış ve bir hayli laf saydıktan sonra; “Ya hu siz ne geri, ne cahil ne organizesiz insanlarsınız?” deyince Yugoslav: “bizde sizin kadar ileri ve organize bir millet olsak, şimdi biz sizin tarlalara s. . .r olurduk” demiş!..(4)
Gayri Müslimlere maddeten ve manen temiz olmadıkları için Yüce Allah onların kutsal Kâbe’ye girmelerini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”(5)
Burada bir hususa dikkat çekmek gerekir: Kâbe’nin ta Âdem Peygamber zamanında yapıldığına dair rivayetler vardır.(6) Dolayısıyla Mekke dünyanın ilk yerleşim birimlerindendir. Arabistan bölgesinin dinî ve ticarî bir merkezidir. İnsanlığın ilk dönemlerinden itibaren bu kutsal şehre insanlar akın akın gelmişlerdir. Cenâb-ı Hak; “bundan sonra müşrikler gelmesin” derken, Müslümanların haricindeki insanların gelmemesi sebebiyle, ticarette bir eksikliğiniz, bir zararınız olursa, Allah onu başka yollardan lütfu ve keremi ile tamamlayacağını bildirir. Gerçekten bu vaad günümüzde daha net ve açık şekilde tecelli etmiş, o bölgelere Rabbimizin verdiği petrol, altın vb. madenlerle bölge devletleri haddinden fazla zengin olmuş, ama maalesef yöre insanları bunun da kadrini kıymetini bilememişler, Allah’ın bu nimetlerini onu verenin rızasına uygun şekilde kullanmamakta, lüks ve israfın içinde yüzmektedirler. Tabii ki bunun vebalini de onlar çekeceklerdir.
Dipnotlar:
1- Said Alpsoy,“Tarih Kaderi İspat Ederse”, Gelenek Yay. İst. 2007, s.14.
2- Bugün Gazetesi, 30. 10. 2012.
3- Mehmet Sılay, a. g. e. s. 243.
4- İbrahim Refik, “Başarı Üzerine”,Albatros Yay. İst. 2002, s. 173.
5- Tevbe Sûresi, 28.
6- Muhammed el-Ezrakî “Kâbe ve Mekke Tarihi”, Tercüme Y. Vehbi Yavuz. Çağrı Yayınları 1980. s. 30.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.