Konya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    62928.997$

Korsan Devlet İsrail’ in En Büyük Gücü; İslam Ülkelerinin Sessizliği

28 Mart 2024, Perşembe 00:01
Bulunduğu konum itibarı ile Orta doğu, dünyanın merkezi, kıtalar arası bir köprü olma gibi özelliklerinin yanı sıra zengin yer altı kaynakları ve Hint Okyanusu’nu Batı’ya bağlaması ile her dönemde dünya üzerindeki büyük ve egemen güçlerin cazibe merkezi olma vasfını korudu.
Türkler ile Yahudilerin ilk buluşmaları Mezopotamya’da Irak Türkleri ile oldu. Yahudiler daha sonraları Anadolu’da Selçuklular ve beylikler döneminde Türk topraklarında huzurlu bir yaşam sürdüler. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş yıllarında Avrupa’dan Yahudi göçleri yaşandı.
15. yüzyılda devletten imparatorluğa dönüşen Osmanlı, özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sonrasında Yahudi toplumuna kapılarını açtı.
İstanbul’u alan II. Mehmed, Avrupa’da zulüm gören Yahudileri Osmanlı İmparatorluğu’na çağırdı. İstanbul hahamı Sarfati’nin, “Buranın hiçbir eksiğinin olmadığı, dilerseniz her şeyin gönlünüzce olduğu bir ülke olduğunu size ilân ederim. Kutsal Topraklara giden yol size bu ülke üzerinden açık. Müslümanların altında yaşamak, Hıristiyanların altında yaşamaktan daha iyi değil mi?” sözleri sonrası başlayan büyük göç akımıyla İstanbul’un o dönemki nüfusunun önemli kısmını Yahudiler oluşturdu.
Ancak Yahudilerin kitleler halinde Osmanlıya göçleri 1492 yılında İspanya’dan kovulmaları zamanında yaşandı. Osmanlı imparatorluğunun yıkılma dönemine girmesine kadar olan süreçte Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğunda önemli görevlerde ve mevkilerde bulundular.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Filistin’e yoğun bir şekilde göç eden Yahudiler, bir süre sonra bölgenin asıl sahibi Araplarla çatışmalara girmeye başladı.
Orta Doğu’da huzurun bozulması I. Dünya Savaşı ile başladı ve bölge hâlen bir huzura kavuşmadı. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası 1948 yılında Filistin toprakları içerisinde İsrail Devleti’nin Batılı devletlerin nüfuzu ile kurdurulması ile bölgede dengeler bozularak huzursuzluklar baş göstermeye başladı.
Filistin’i Parça Parça Koparma
İsrail'in dış politikası, kutsal metinlerin, tarihi iddialarla yayılmacı bir stratejiyi hukukileştirmek amacına yöneldi.
İsrail, komşu Arap devletleriyle arasında başlayan savaşlarda topraklarını genişletti. Arap ülkelerinin İsrail’e karşı üstünlük kuramaması ileriki yıllarda da devam etti. Askeri gücü elinde bulunduran İsrail, topraklarını genişletmeyi sürdürdü.
Ortadoğu topraklarında kurulduğundan bu yana Filistin aleyhine topraklarını genişleten ve hukuksuz eylemlerine devam eden İsrail Devleti’ne karşı, Filistin ve diğer Arap ülkelerinin yıllarca devam eden mücadelelerinden ne yazık ki herhangi bir sonuç alınamadı.
Günümüzde de taraflar iki devletli çözüme her zamankinden çok daha uzak görünüyor. Taraflar arasında yıllardır süregelen anlaşmazlık konuları: Kudüs’ün statüsü, Filistin devleti, Yahudi devleti, sınırlar, mülteciler ve yerleşimlerdir. İki devletli çözüm sürecinde hem İsrail’in hem de Filistin’in tutumlarından dolayı bu sorunlar hiçbiri çözüme kavuşamamış ve taraflar ortak bir dil ve ortak bir tutum sergileyememiştir.
Ortadoğu söz konusu olduğunda Amerikan dış politikasının değişmez amaçlarından biri İsrail devletinin güvenliğinin sağlanması oldu.
İsrail bugün itibariyle Mısır, Irak, Ürdün ve Suriye’nin savunma harcamalarının toplamından çok daha fazla savunma harcaması yapıyor.
İsrail ile sorun yaşamak ABD ile sorun yaşamak anlamına geliyor
ABD’de İsrail yanlısı lobi, Hıristiyan Siyonistler, petrol lobisi ve silah lobisi Ortadoğu’ya yönelik Amerikan dış politikasını şekillendiriyor.
Bölgenin en çok şiddete başvuran, en saldırgan, uluslararası hukuk ve insan hakları kurallarını en çok ihlal eden ve en fazla kitle imha silahı üreten devleti olan İsrail tüm Batı, özellikle ABD ile İngiltere, tarafından sürekli kayırılmakta ve bölgede yürüttüğü tek yanlı ve hukuk dışı uygulamalarına göz yumuluyor.
Umman ile karşılıklı ziyaretlerle başlayıp Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’le imzalanan karşılıklı tanıma ve normalleşme anlaşmalarıyla devam eden, Suudi Arabistan, Fas ve hatta İsrail’in kanlı bıçaklı hasmı konumunda olan Sudan’a kadar uzaması beklenen işbirliği hattı İsrail’in demir kubbe savunma sistemine atıfla politikada “diplomatik kubbe” stratejisine geçtiğini gösteriyor.
Zikredilen devletlerin yöneticileri, demokratik(!) İsrail tarafından kolayca anlaşılabilecek partnerler konuma gelmiş ve rejimlerinin güvenliklerini İsrail-ABD ekseninde yürütülecek politikalara teslim etmişlerdir.
Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’deki halktan kopuk yöneticiler, İsrail ile müttefik olmakla teminat altına aldıklarını düşündükleri Amerikan desteğinin kendilerini uzun süre iktidarda tutacağına inanıyorlar.
İsrail açısından bakıldığında, İslam ülkelerini bu şekilde bölerek özellikle Mısır ve Suudi Arabistan gibi iki önemli bölge ülkesi yönetimlerini yanına alması büyük bir başarı olarak görülüyor.
İsrail’de kuruluşundan itibaren Siyonist liderler, iç ve dış tehditleri gerekçe göstererek saldırı ve genişleme politikaları yürütmüşler ve işgali altındaki Batı Şeria, Golan ve Gazze’de işgal ve ilhakı meşrulaştırma yoluna gitmişlerdir. “Tehditle Varolma Stratejisi” İsrail’in bölgesel politikası ile birlikte, Ortadoğu, İslam Dünyası, Petrol ve Enerji Alanları ile Enerji Güzergahlarında yoğunlaşan savaş ve çatışmaların sebeplerini ve hedeflerini de ortaya koyuyor.
En büyük amaç ise Büyük İsrail devletini kurmak.
Bu amaca giden zincirlerin kırılmasının tek yolu ise İslam Dünyası’nın birlik ve beraberlik içerisinde olması. Bu bir zorunluluk, istek değil. Çünkü İsrail, adım adım büyük hedefine doğru ilerliyor.
İslam ülkeleri sustukça, İsrail çoluk, çocuk yaşlı, kadın demeden daha fazla katliam yapıyor.
İslam ülkeleri sustukça, İsrail daha fazla kuduruyor.
Her susan ülke, bir gün sıranın kendisine geleceğini asla unutmamalı

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.