KUDÜS, KANAL HAREKATI VE ARAPLAR (2)
27 Mart 2020, Cuma 08:531917 yılına kadar 401 sene Osmanlı idaresinde kalan ve birçok imar faaliyetleri gören, sosyal imkânlara kavuşan Kudüs, mezkür tarihte Osmanlı Ordusunun İngilizlere Kanal Savaşlarında yenilmesiyle elden çıkmıştır.
1948 yılına kadar İngilizlerin idaresinde kalan Filistin bölgesine birçok Yahudi iskân edilmiştir. Bu esnada Araplarla Yahudiler arasında birçok huzursuzluklar, isyanlar, arbedeler olmuş, 1948 yılında da Arap İsrail Savaşı vuku bulmuştur. Bu savaşta Kudüs ikiye bölünmüş, Batı Kudüs İsrail’in başşehri ilân edilmiştir. Doğu Kudüs Ürdün’de kalmıştır. İsrail 1980 de BM’in kınamalarına-boyamalarına! rağmen İsrail’in ebedi başşehri ilân edilmiştir.
Kudüs’ten başlamak üzere satın alma, el koyma, devletleştirme, zorla, baskıyla Arapların elinden alma yöntemleriyle yarım asra varmadan İsrail Kudüs’ün tamamına sahip olmuştur. Bugün her türlü haklardan mahrum, korkutulmuş, sindirilmiş, hakları ve malları gasp edilmiş çok az bir Arap nüfus barınmaktadır.
Kudüs en huzurlu günlerini Osmanlı döneminde yaşamıştır. Kutsal mekânlar hatırına Osmanlı Kudüs’e çok daha farklı davranmış, her tarafını vakıflar ve sosyal tesislerle donatmıştır. İsrailli tarihçi Amy Singer bundan sitayişle bahseder ve Hürrem Sultanın yaptırdığı Vakıf ve müştemilâtıyla ilgili bilgi verir.(1)
Her üç dinin mensubu da, Batılı misyonerlerin insanları iğfal etmeye başladıklar, 1850 li yıllara kadar eşitlik ve müsavat içinde yaşamışlardır. Osmanlıyı erkekçe-mertçe savaş meydanlarında yenemeyen Haçlılar, işi kalleşliğe döküp, Osmanlı içindeki azınlıkları çeşitli şekillerde iğfal etmeye, kandırmaya, isyan ve ihtilallere teşvik etmeye başlayınca her yerde olduğu gibi, Filistin ve Kudüs’te de huzursuzluklar başlamıştır.
1850 li yıllardan sonra, Yahudilerin Arz-ı Mev’ud hususundaki emellerine yeşil ışık yakan ve Osmanlı içinde yaşayan Müslim ve Gayri Müslim azınlıkları, ırkçılık propagandaları ile ayağa kaldıran Haçlılar, özellikle İngilizler Ortadoğu’yu ve Balkanları cadı kazanına çevirmişler, Osmanlıyı kendi içindeki unsurlara yıktırma cihetine gitmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşına gelindiği günlerde bu propaganda hat safhaya ulaşmış, Almanlarla aynı blokta savaştığı için; “Hıristiyan bir devletle ittifak eden, onun verdiği Demir Haç Madalyasını kalbinin üstünde taşıyan Halifenin cihad çağrısına uymak gerekmez, bilakis uymak küfrü gerektirir”(2) gibi söylentilerle; “Halifelik Kureyş soyundan birinin hakkıdır.(3) Başka soy ve milletlerden birinin Halife olması caiz ve meşru değildir.(4) Osmanlı 400 senedir Hilâfet makamını gasp etmiştir ve Arap âlemini sömürmüştür…” gibi fetvalarla, onlara sağladığı basit menfaatlerle, idarecilerine yedirdikleri büyük rüşvetlerle cahil Arapların ekseriyetini Osmanlı aleyhine kıyam ettirmişler, hatta Osmanlının İslâmiyet’i terk ettiğine, kıpkızıl kâfir olduklarına inandırmışlardır.(5)
Hâlbuki Osmanlı hiçbir zaman Arap devletleri sömürmemiş, bilakis onlara topladığı vergilerden fazla yardım etmiştir. Osmanlının felsefesinde sömürme diye bir şey yoktur. Hatta bazı tarihçiler bu sebepten dolayı, “sömürme, kemirme” anlamına gelen İmparatorluk kelimesinin Osmanlı için kullanılmasını doğru bulmamaktadırlar. Eğer Osmanlı sömürgeci olsa, Batıdaki emperyalist devletler gibi zengin olur, çöküşe gitmez ve yıkılmazdı. Bu nasıl sömürgeci bir devlet ki! Kendi başkenti yani İstanbul’dan önce güya sömürdüğü devletlerin başkentine, yani Şam’a, Kahire’ye, Atina’ya, Sofya’ya… asfalt, elektrik, su ve kanalizasyon şebekesi gibi sosyal hizmetler gelmiştir. İstanbul halkı onlardan yıllar sonra bu hizmetlerle müşerref olmuştur. Bu mantığa ters değimli?
Mısırlı bir Arap aydını olan Fehmi Sınnavî Osmanlının katiyen bir sömürgeci olmadığını, Arap âleminin ve Arap gençlerinin bunu Batı propagandası neticesi söylediklerini, ama bu sözlerin çok büyük iftiralar olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: “Osmanlı zamanında bütün Arabistan’a pasaportsuz gidebiliyorduk şimdi hangi devlete pasaportsuz gidiliyor? Arap zirveleri, İsrail’e ne kadar boyun eğileceğinin kararlaştırılması için toplanıyor.”(6)
Cezayir kurtuluş savaşının efsanevi lideri ve özgür Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı Ahmet b. Bella da şöyle diyor: “Bizim Türklere ilişkin hatıralarımız nedir biliyor musunuz? Endülüs’ün düşmesinin ardından İspanyollar, Cezayir, Tunus ve Libya’yı işgal etmişlerdi. O dönem Cezayirliler, Osmanlı’dan yardım talep etmişlerdi. Osmanlılar da gelmişler bizi kurtarmışlardı. Dolayısıyla Oruç Reisi, Barbaros Hayrettin Paşa’yı hatırlıyoruz. Doğrusu bizler Maşrık’taki, yani Arap dünyasının doğusundaki kardeşlerimizin Osmanlı’yı emperyalist olarak nitelemelerini esefle karşılıyor ve kınıyoruz. Osmanlı, Arap ülkelerini sömürmek için gelmedi, sadece aramızdaki dini bağın gerektirdiği dayanışma için geldi.”(7)
Dipnotlar:
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.