KUDÜS VE OSMANLI(3)
27 Haziran 2018, Çarşamba 07:41Kudüs’ün Mâkus Tâlihi:
1917’den 1948 yılına kadar İngilizlerin idâresinde kalan Filistin bölgesine birçok Yahûdi iskân edilmiştir. Bu esnada Araplarla Yahûdiler arasında birçok huzursuzluklar, isyanlar, arbedeler olmuş, 1948 yılında da Arap İsrail Savaşı vuku bulmuştur. Bu savaşta Kudüs ikiye bölünmüş, Batı Kudüs İsrail’in başşehri ilân edilmiştir. Doğu Kudüs Ürdün’de kalmıştır. İsrail 1980 de BM’in kınamalarına-boyamalarına! Aldırmadan Kudüs’ü İsrail’in ebedî başşehri ilân etmiştir.
Kudüs’ten başlamak üzere satın alma, el koyma, devletleştirme, zorla, baskıyla Arapların elinden gasp etme yöntemleriyle yarım asra varmadan İsrail Kudüs’ün tamamına sahip olmuştur. Bugün her türlü haklardan mahrum, korkutulmuş, sindirilmiş, hakları ve malları ellerinden alınmış çok az bir Arap nüfus barınmaktadır.
Kudüs en huzurlu günlerini Osmanlı döneminde yaşamıştır. Kutsal mekânlar hatırına Osmanlı Kudüs’e çok daha farklı davranmış, her tarafını vakıflar ve sosyal tesislerle donatmıştır. İsrailli târihçi Amy Singer bundan sitayişle bahsetmiş, özellikle Hürrem Sultanın yaptırdığı Vakıf ve müştemilâtıyla ilgili bilgi vermiş ve dünyaya duyurmuştur.(1)
Her üç dinin mensupları da Kudüs’te, Batılı misyonerlerin insanları iğfal etmeye başladıkları 1850’li yıllara kadar eşitlik ve müsavat içinde yaşamışlardır. Osmanlıyı erkekçe-mertçe savaş meydanlarında yenemeyen Haçlılar, işi kalleşliğe döküp, Osmanlı içindeki azınlıkları çeşitli şekillerde iğfal etmeye, kandırmaya, isyan ve ihtilallara teşvik etmeye başlayınca her yerde olduğu gibi, Filistin ve Kudüs’te de huzursuzluklar başlamıştır.
1850’li yıllardan sonra, Yahûdilerin Arz-ı Mev’ud hususundaki emellerine yeşil ışık yakan ve Osmanlı içinde yaşayan Müslim ve Gayri Müslim azınlıkları, ırkçılık propagandaları ile ayağa kaldıran Haçlılar, özellikle İngilizler Ortadoğu’yu ve Balkanları cadı kazanına çevirmişler, Osmanlıyı kendi içindeki unsurlara yıktırma cihetine gitmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşına gelindiği günlerde bu propaganda hat safhaya ulaşmış, Almanlarla aynı blokta savaştığı için; “Hıristiyan bir devletle ittifak eden, onun verdiği Demir Haç Madalyasını kalbinin üstünde taşıyan Halîfenin cihat çağrısına uymak gerekmez, bilakis uymak küfrü gerektirir”(2) gibi söylentilerle; “Halîfelik Kureyş soyundan birinin hakkıdır.(3) Başka soy ve milletlerden birinin Halîfe olması câiz ve meşru değildir.(4) Osmanlı 400 senedir Hilâfet makamını gasp etmiştir ve Arap âlemini sömürmüştür…” gibi fetvalarla, onlara sağladığı basit menfaatlerle, idârecilerine yedirdikleri büyük rüşvetlerle câhil Arapların ekseriyetini Osmanlı aleyhine kıyam ettirmişler, hattâ Osmanlının İslâmiyet’i terk ettiğine, kıpkızıl kâfir olduklarına bile inandırmışlardır.(5)
Hâlbuki Osmanlı hiçbir zaman Arap devletlerini sömürmemiş, bilakis onlara, o beldelerden topladığı vergilerden çok daha fazla yardım etmiştir. Osmanlının felsefesinde sömürme diye bir şey yoktur. Hattâ bazı târihçiler bu sebepten dolayı, “sömürme, kemirme” anlamına gelen İmparatorluk kelimesinin Osmanlı için kullanılmasını doğru bulmamaktadırlar. Eğer Osmanlı sömürgeci olsa, Batıdaki emperyalist devletler gibi zengin olur, kendi beldelerinin her tarafı âbâd olurdu. Bu nasıl sömürgeci bir devlet ki! güya sömürdüğü devletlerin başkentine, yani Şam’a, Kahire’ye, Atina’ya, Sofya’ya… Asfalt, elektrik, su ve kanalizasyon şebekesi gibi sosyal hizmetler… İstanbul’dan önce gelmiştir. İstanbul halkı onlardan yıllar sonra bu hizmetlerle müşerref olmuştur.(6) Bu mantığa ters değil mi?
Mısırlı bir Arap aydını olan Fehmi Sınnavî Osmanlının katiyen bir sömürgeci olmadığını, Arap âleminin ve Arap gençlerinin bunu Batı propagandası neticesi söylediklerini, ama bu sözlerin çok büyük iftiralar olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: “Osmanlı zamanında bütün Arabistan’a pasaportsuz gidebiliyorduk şimdi hangi devlete pasaportsuz gidiliyor? Arap zirveleri, İsrail’e ne kadar boyun eğileceğinin kararlaştırılması için toplanıyor.”(7)
Cezayir kurtuluş savaşının efsanevi lideri ve özgür Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı Ahmed b. Bella da şöyle diyor: “Bizim Türklere ilişkin hatıralarımız nedir biliyor musunuz? Endülüs’ün düşmesinin ardından İspanyollar, Cezayir, Tunus ve Libya’yı işgal etmişlerdi. O dönem Cezayirliler, Osmanlı’dan yardım talep etmişlerdi. Osmanlılar da gelmişler bizi kurtarmışlardı. Dolayısıyla Oruç Reisi, Barbaros Hayrettin Paşa’yı hatırlıyoruz. Doğrusu bizler Maşrık’taki, yani Arap dünyasının doğusundaki kardeşlerimizin Osmanlı’yı emperyalist olarak nitelemelerini esefle karşılıyor ve kınıyoruz. Osmanlı, Arap ülkelerini sömürmek için gelmedi, sâdece aramızdaki dinî bağın gerektirdiği dayanışma için geldi.”(8)
Dipnotlar:
1-Halil İnalcık, “Târihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı”, İş Bankası Yay. İst. 2013, s. 221.
2-Cengiz Özakıncı, “Türkiye’nin Siyasi İntiharı”, Otopsi Yay. 13. bas. İst. 2007, s. 235.
3-İ. Hâmi Dânişmend, “Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu?”, Milli Ülkü Yay. Konya 1978, s.15.
4-Mehmed Niyazi, “Yemen Ah Yemen”, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 2004,sayı 374, s. 6.
5-Selahattin Günay, a. g. e. s. 51.
6-A. Ragıp Akyavaş, “Asitane-1” TDV Yay. Ankara 2004, s.196.
7-Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, Ekim 2007, İst. s. 226.
8-İbrahim Refik, “Ahmed b. Belâ”, Boğaziçi Notları 1, Albatros Yay. İst. 2001, s. 119.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.